Herkes Tarım Bakanı Vahit Kirişçi’nin “Kuraklık riski vardı. Bir taraftan 15 canımızı aldı ama diğer taraftan toprak suya kavuştu...” sözündeki abukluğa şaşırdı. Herkes de haklıydı. Bir insan nasıl 15 kişinin hayatını kaybettiği ve üç şehrin balçıkla boğuştuğu bir felaketin içinde toprağın suya kavuştuğu müjde(!)sini bir araya getirebilirdi ki?
O programda bir şey daha konuşuldu. Kemal Öztürk, “tarım arazisine deprem konutu inşa edilmesi” saçmalığını gündeme getirdi. Adıyaman’dan görüntüler geldi ekrana. TOKİ ,basbayağı tarım arazisine kepçe vurmuş, temel atmaya hazır hale getirmişti. Bir başka görüntüde de döşenmiş demirler görünüyordu. Bilmem kaç bin konut yapılacaktı.
Bakan soruda ifade edilmek istenen çarpıklığı anlamazlıktan geldi. Sanki soru, “Tarım arazisinde sağlam bina yapılır mı?”yı anlamak istiyordu. Evet, 11 ilde pek çok bina tarım arazisine yapıldığı ve zemin sağlam olmadığı için çökmüştü. Bunun bariz örneği Hatay’da yaşanan facia idi. Ama soru, Çevre ve Şehircilik Bakanına değil, tarım bakanına soruluyordu. Ve ona “Tarım arazisini korumak gibi, oraya, hele bu felaket ortaya çıktıktan sonra bina yapılmasına asla razı olmamak gibi bir göreviniz var iken TOKİ’nin hem de depremin sıcaklığı içinde tarım arazisine temel atmasına nasıl razı olursunuz?” sorusu soruluyordu. Anlaşılan sayın Bakan, kendi dışında işleyen bir süreci içine sindirmek durumunda kalmıştı.
Kendi dışında işleyen süreç…
Haldır haldır yeni ev inşası…Bir yerde “Yangından mal kaçırırcasına” bir acullük içinde…
Evet, depremzedelerin felaketi yaşadıktan sonra hemen çadıra kavuşması, ardından hemen konteyner kentlere, ardından geçici konutlara yerleşmeleri hayati önemde… Tabii deprem yıkıntıları yaşayanların bir an önce kalıcı konutlara yerleşme arzuları da göz ardı edilemez. Başka şehirlere göç etmiş olanların şehirlerine, kalıcı konutlara dönmeleri de hayati önemde.
Ama bütün bunların hangi planlamayla yapıldığı da sorulmalı değil mi? Diyelim yarısı yıkılmış olan Maraş’ı, ondan daha ağır hasar yaşayan Hatay’ı, Adıyaman’ı, nasıl “inşa ve ihya” edeceksiniz?
Şehirler için bir master plan hazırlandı mı, bu, kamuoyu ile, o şehirlerin sakinleri ile paylaşıldı mı? Bunlar, tarihleri bin yıllar geriye giden kadim şehirler…. Depremle pek çok şey gitti, neler geri gelecek, bunlara bakıldı mı?
Belli ki “İktidarın acelesi var.” Evet, şurada seçime iki aylık süre kaldı. Hiç kimse ona “Seçime iki ay kaldı, bekle, seçimden sonra iş yap” gibi bir söz söylemiyor. O son nefesine kadar çaba sarf edecek. Ama, kalıcı planlamalar için de biraz nefeslenecek. Evet, halka soracak… Şehir planlamacılarına alternatif master planlar hazırlatacak. Bunların maliyetleri dikkate alınacak. En uygun, en ekonomik ve tabii şehrin medeniyet mirasına en sadık, en estetik plan geliştirilecek.
TOKİ sağlam bina yapıyor, onun için çuvala doldurur gibi binaları bölge bölge istif edelim. Bu mu? Tabii ki TOKİ sağlam bina yapsın, ama TOKİ şehrin estetiğini de gözetsin.
Büyük bütçe var bu işte. Milyarlar. Bakanlık sürekli ihaleler açıyor. İhaleler davet usulü ile yapılıyor. Bu tür ihaleler öteden beri “kuşku” üretiyor. Kuşku, ihalelerin iktidarla iyi ilişkiler içinde bulunan firmalara verildiği ve bu işlerin sağlıklı işlemediği, yeterli denetim görmediği noktasında odaklaşıyor. Bu konudaki kaygılar, belli ki Bakanlığın kulağına ulaşmıyor (!) ya da ulaşsa bile pek kaale alınacak nitelikte görülmüyor.
Şu sıra, mesela, “Türkiye Tek Yürek” kampanyasında toplanan yardımlarla ilgili sorgulamalar yapılıyor.
Bir: Bu yardım vaatleri ne kadar gerçeğe dönüştü? Kim ödedi kim ödemedi? O gece bazı kişilerin şovuna mı sahne oldu?
İki: Toplanan yardımlar nereye harcandı?
Bu soruyu, bir çok yazar – siyasetçi yanında, mesela iktidara yakın duran iletişimci Ali Saydam sordu Yeni Şafak’ta. Ortada bir “müphemiyet” bulunduğunun altını çizerek. İnsanların zihnindeki “115 milyar liranın hesabı nerede?” sorusunu da o paylaşıyor. (Yeni Şafak, 16. 03. 2023)
İktidar bütün bu soruları “İşimiz acele” yaklaşımı içinde karşılıyor. Maalesef konu, imar rantı, adrese teslim ihale sorunu ve bir yerde de “Siyasetin finansmanı” denklemleri içinde anlamlandırılıyor.
“Bu kadar acele hayra alamet değil” düşüncesinin deprem bölgesi içinde – dışında ne kadar insanı etkilediği, bence iktidarın üzerinde durması gereken bir konu.
Muhalefetin de deprem – sel felaketleri içinde ülke ekonomisinin büyük yara aldığı bir zamanda, bugün – yarın milletin kör kuruşunun hesabını sormak gibi bir hassasiyet içinde olması hayati önemde.