Bu Pazar günü okuyucularımla “Ümmet” konusu üzerinde hasbihal yapmak istiyorum.
Ümmet islâmî çerçevede Hazreti Muhammed (s.a.v.)’e inananlar topluluğu demek. Başka peygamberlere inananlar da o peygamberin ümmeti olurlar.
Neden böyle bir konu derseniz, “Ümmet” aidiyetinin Müslüman toplumları buluşturan bir ilişki tarzı olması, bunun da küresel anlamda bir siyasi güç niteliği taşıması sebebiyle ülkeler arası ilişkileri olumlu veya olumsuz yönden etkileme potansiyeli taşıması, bunun da değişik olaylar sebebiyle güncellenmesi dolayısıyladır.
Ümmet aidiyetinin normalde Müslüman ülkelerin ilişkilerini olumlu yönde etkilemesi beklenir, oysa bunun her zaman böyle olmadığı, hatta kimi zaman gerilimlere de sebebiyet verebildiği görülüyor. Onun da örnekleri var. Dolayısıyla “ümmet aidiyeti”ni Müslüman ülkeler – toplumlar için pozitif bir unsura dönüştürebilmek özel bir çabayı gerektiriyor.
Ne oldu güncel anlamda?
Şöyle bir haber yansıdı medyaya: Çeçenistan yöneticisi Kadirov, bir gün kalktı “Grozni’ye Öcalan’ın heykelini dikebiliriz” gibi bir açıklama yaptı. Bizim medyamıza “Kadirov’dan küstah açıklama” başlığı ile yansıdı haber. Kadirov bu açıklamayı Kocaeli Belediyesi’nin bir parka diktiği “Dudayev heykeli”ne karşılık olarak yapmıştı. Dudayev Türkiye’de kahraman olarak biliniyordu oysa Kadirov için teröristti. Çünkü Dudayev Ruslar’a başkaldırmış, Ruslar da Grozni’yi yerle bir ederek, onu devirip yerine Kadirov’u getirmişti.
Problemi görebiliyorsunuz umarım.
Hafta içinde internet ortamında yayınlanan Duvar gazetesinde Mısır’ın eski Ankara Büyükelçisi Abdurrahman Selahaddin ile yapılmış bir mülakat yayınlandı. Eski Büyükelçi, Türkiye ile Mısır arasındaki problemli ilişkileri değerlendiriyor, burada Türkiye’nin “İhvan-ı Müslimin”e verdiği desteği Mısır’ın içişlerine karışmak olarak eleştiriyordu. (20-21 cAralık)
Türkiye’nin Arap Baharı sırasındaki politikalarının ve genelde İhvan’a yönelik desteğinin, “Arap sokağı” diye nitelenen halklar nezdinde destek görmesine mukabil tüm Arap dünyası yönetimlerinde tepki doğurduğu biliniyor. Olaıny, sanki halk içinde kimi aktivist grupları harekete geçirerek yönetimleri değiştirme operasyonu gibi okunduğu söylenebilir.
Suriye’de de yönetimle muhalif gruplar arasındaki sonu çatışmaya varan münasebetlerde Türkiye’nin taraf olduğu gözleniyor.
Türkiye’nin bütün bu ilişkileri halkların insan hakları ve demokrasi isteğine destek ya da Suriye’de olduğu gibi zalim bir yönetimin işbaşından gitmesi yaklaşımıyla meşrulaştırdığı söylenebilir. Bu meşrulaştırma ile Mısır’da yönetimin değişmesi olayında da taraf konumuna gelindiği biliniyor. Ancak sonraki gelişmeler (darbe vs) Türkiye -Mısır ilişkilerini bugün yeniden “tamir” için çaba sarf edilen bir gerilim içine sürüklemiştir.
Türkiye’nin “ümmet” ya da “Türklük aidiyeti” bağlamındaki Çin ve Rusya bakımından da kritik özellik taşıdığı, bir anlamda “gözaltında” tutulan bir aidiyet olduğu biliniyor. Mesela Doğu Türkistan konusunun, dünyada pek çok ülke Çin’e tavır alırken, Türkiye tarafından dokunulması bedel ödetecek bir konu gibi görülmesi de meselenin kritik niteliğinden ileri gelmektedir.
Bu çerçevede ele alınması gerekli bir konu daha var: Özellikle Avrupa ülkelerinde yoğun olarak bulunan Türkiye kökenli insanların durumu da, özellikle “Türk diyasporası”nın farklı süreçlerde nasıl bir fonksiyon icra edeceği noktasında hassasiyet taşıyor. Daha doğrusu “hassas” hale geliyor. Bir yandan Türkiye’ye bağlılıkları sürsün, ama bir yandan da içinde yaşadıkları toplumla entegre olsunlar, bunun dengesi nasıl olsun, Türkiye siyasetinin gerilimleri oralara taşınsın mı taşınmasın mı?
Bu alanda zaman zaman sorunlar yaşandığı bir vakıa.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın en son Afrikalı öğrencilerle yaptığı toplantıda bir öğrenci kameralar önünde “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ümmet için ifade ettiği misyon”a işaret etti, bu görüntü ekranlara yansıtıldığına göre Cumhurbaşkanı adına bunun benimsendiği gibi bir algı oluştu. Afrika’da Müslüman halklar nezdinde diğer ülke halklarında olduğu gibi “ümmet duyarlılığı”nın etkili olduğu söylenebilir. Acaba yönetimler nezdinde durum nedir? Yönetimler de ümmet aidiyetini önemsiyor olsalar bile, “Türkiye’nin liderliği” gibi bir pozisyon söz konusu olduğunda tavır ne olur?
Bu somut durumlardan sonra şöyle bir soru sorulabilir kanaatindeyim: Bütün dünyadaki İslam toplumları ile manevi aidiyet izinde bir ilişki Türkiye için de bu ülkeler- toplumlar için de bir zenginlik olabilir ve bu yönüyle arzu da edilebilir. Peki bu ilişkinin en sağlıklı yönü nedir?
Bir dönem Türkiye bu ilişkileri “Ağabeylik gibi algılanmasın” hassasiyetinde yatay ilişki boyutunda yürüttü. Bu doğruydu.
Bugün Türkiye üniversitelerinde 260 bin yabancı öğrenci okuyor. Birkaç ilde Uluslararası İmam Hatip okulları var. Bazılarına ben de gittim, öğrencilerle sohbet ettim. Bu ilişki de son derece pozitif ve yarınlardaki münasebetleri pozitif etkileyecek bir ilişki.
Demem o ki, ülkelerin yönetimlerini bypass ederek -yönetim tarzlarına ne kadar karşı olursak olalım- gidilecek yol sınırlı. Bir yerlere tosladıktan sonra ilişki tamiri çok daha zor oluyor. “İyilik” adına söylenecek şeyleri söyleyebilecek bir zemini saklı tutmak kaydıyla ilişkileri koparmadan yürümekte yarar var.