Abdülhamid okumalarına aşina herkes bilir. TRT’nin ünlü dizisinde nasıl geçiyor bilmem, ama olay şu: Siyonist hareketin öncü isimlerinden Theodor Herzl, bir gün 2. Abdülhamid’e gelir ve “Düyun-u umumiye borçlarınızı ortadan kaldırabiliriz, yeter ki bize Filistin’de küçük bir yurt verin” der. Osmanlı’nın canını çok yakan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bile yıllarca ödemek zorunda kaldığı bir derttir Düyûn-u Umumiye. Abdülhamid teklifi “Ecdadımın kanlarıyla aldığı mülkü para ile satmam” diyerek teklifi şiddetle reddeder.
Theodor Herzl, yeniden bedenlenip gelse ve Türkiye’ye, “Sizi içinde debelendiğiniz ekonomik sıkıntıdan kurtarabiliriz, İsrail ile ilişkilerdeki rezervlerinizden vazgeçin” dese ne yapardık?
Acaba İsaac Herzog’un14 yıl aradan sonra yaptığı ziyaret böyle bir anlam – içerik taşıyor muydu?
Kudüs’te, Mescid-i Aska’da şu sıralar, tam Ramazan ortasında, Herzog öncesini aratmayan hadiseler yaşanıyor. Malum baskınlar, malum işgal girişimleri, Filistinlilere malum zulümler…
Ne demişiz bu hadiseler üzerine? Şu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait:
“Filistin topraklarının kimseye peşkeş çekilmesine göz yummayacağız. Üç dinin kutsalı olan, ilk kıblemiz Kudüs’ü Şerifin, dünya Müslümanlarının kırmızı çizgisi olduğunu bir kez daha tekrarlamak istiyorum.”
Bunlar bizim gönlümüzden geçenler olmalı, acaba reel dünyada İsrail ile ilişkilerde nasıl gelişecek bu “kırmızı çizgi” hassasiyeti?
Türkiye Suud ile ilişkilerde mesela Kaşıkçı davasında “hukuk kırmızı çizgisi”ni dikkate almadı.
Çin ile ilişkilerde Doğu Türkistan diye bir kırmızı çizgimiz var mı, olsa bile ne işe yarar, bilinmiyor.
Mısır ile kırmızı çizgi meselesi bir yüke dönüştü ve kurtulmaya çalışıyoruz. Sisi ile aynı masaya oturma problemini bir aşabilsek…
Ukrayna’nın ümüğünü sıkan, dün Kırım’ı işgal eden, öncesinde Çeçenistan’a Grozni vahşeti yaşatan Rusya’ya da kırmızı çizgi hatırlatması yapamıyoruz.
Hakeza Amerika’nın Suriye’nin kuzey doğusunda oluşturduğu yapı da kırmızı çizgilerimiz arasında ama, orada da kırmızı çizgiler ne işe yarıyor belli değil.
Kırmızı çizgi duyarlılığı biraz güç meselesi. Dileyelim o güce ulaşılsın da, gönüllerden geçeni hayata geçirmeyi de başaralım.
Yeniden başa dönersek, İsrail’le ilişkilerde Filistin – Kudüs – Mescid-i Aksa hassasiyetimiz olduğu belli. Biliyoruz ki buralarda İsrail hedeflerinden vaz geçmeyecek ve bu durum, ortaya konan uygulamalarla içimizi acıtmaya devam edecek.
Herzog’un ziyaretinin Ankara’da bunları ortadan kaldıracağı umudu doğmuş mudur, ben ihtimal vermem. Bu İsrail’i tanımamak olur. İsrail, kurulduğu 1948’den bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulları’nda haritalarla gösterdiği gibi, adım adım büyümüş ve Filistin’i küçük bir toprak parçasına sığınmaya mahkûm etmiştir. Herzog’la bunlar konuşulmuş olabilir mi? Sanmıyorum.
Tüm belirleyicilik iddialarımıza rağmen, reel- politik zorlaması ile, Filistin – Kudüs – Mescid-i Aksa’ya rağmen İsrail’le bir ortak zemin bulunduğu anlaşılıyor. Belki asıl onu görmek gerekiyor.
Bu konuda Fehmi Koru Günlüğü’nde bazı bilgiler paylaştı. Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Murat Mercan’ın Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde bulunan Dayan Center for Strategic Studies adlı kurumun yayın organı Turkeyscope adlı internet sitesinde yayınlanan makalesinden bir alıntı, Türkiye – İsrail işbirliğinin “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik” hedefini ortaya koyuyor; şöyle:
“Zararlı aktörler ve onların bölgemizdeki eylemlerine tavır ise, genişletilmiş işbirliği için özel bir alandır. Türk-İsrail ortaklığı geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da (MENA) istikrarı bozacak hareketlenmeleri boşa çıkarmada etkili olabilir.”
Mercan’ın makalesinde bir başka paragraf ise, Türkiye ve İsrail’in jeo-stratejik çıkarlarının Filistin gibi konuları “bir kenara bırakılacak farklı görüşler” sadedinde değerlendiriyor; şöyle:
“Filistin ve Filistinlilerin geleceği gibi konulardaki farklı yaklaşımlar bir gecede yok olmayacak. Fakat Türkiye ile İsrail’in jeo-stratejik çıkarları yakın ve çok yönlü ortaklığı dikte ediyor. Türkiye ve İsrail farklı görüşlerini bir kenara bırakıp ortak noktalar üzerinde durmalı ve sürdürülebilir bir diyalogu desteklemelidir.”
Fehmi Koru’nun Günlüğü’nde İsrail’in Haaretz gazetesi yazarı Zvi Bar’el’in Herzog’un 14 Nisan tarihli, bölgede yeni bir blok oluştuğuna dair bir yazısından da alıntı var. O daha da ilginç:
“Bunu sağlamak için Türkiye Ortadoğu’nun arzu edilir üyesi statüsünü yeniden elde edecek, Sisi ve Esad ile kardeşliğini pekiştirecek, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da iki yıldır kıskacına almış ekonomik krizden Türkiye’nin kurtulmasına katkıda bulunacak. Erdoğan da Türk lirasının değer kaybıyla kamuoyu yoklamalarında dibe vuran oylarını artırabilecek.” (19 nisan)
“Ekonomik krizden kurtulma, dibe vuran oyları artırma…” Bu ifadeler biraz Theodor Herzl pazarlığını hatırlatmıyor mu?
Hem Murat Mercan’ın “Geniş Ortadoğuda ve Kuzey Afrika’daki istikrarı bozacak hareketlenmeleri boşa çıkarma” sözleri biraz NATO’nun yeni misyonu ile bağlantılı ve BOP’un yeniden bedenlenmesi anlamına gelmiyor mu?
Bütün bunlar, 2023’ü dış ilişkilerin oluşturduğu dalganın üzerinde sörf yaparak halletmek anlamına geliyor olmasın…
Kitleler mi? Onlar nasıl olsa bir şekilde ikna edilir…