DEM adına oluşturulan İmralı Heyetinin sözcüsü Sırrı Süreyya Önder “süreç net değil” demiş.
Ona göre ikilem şu: İktidar devlet aklını devreye sokup “Kürtlerle barış”ı mı önceleyecek yoksa Suriye’de Kürtlerle sert bir çatışmaya mı girecek?
Ona göre bu konuda net bir karara varılmamış durumda. “Kadife eldiven içinde demir yumruk” modeli mi “müzakere” mi?
Sırrı Süreyya’ya göre bu konu ya iki taraf arasında çözülür ya da 72 taraf işe karışır.
Demek süreç henüz net değil. Ama DEM camiası heyecanla sürece sahiplenmiş durumda.
Aslında ilk başta çok netlik yok.
Bahçeli kendi başına mı harekete geçti, yoksa devlet aklı mı onu harekete geçirdi, orada Erdoğan yani Cumhurbaşkanı nerede duruyor, belli değil.
Yani Bahçeli bir inisiyatif kullandı, Cumhurbaşkanı Erdoğan da onu takip etti mesele birdenbire “devlet aklı” niteliğine büründü.
Böyle midir? Yani ülkeye “Tarihi fırsat penceresi”ni Bahçeli açtı.
Salı gecesi Yalçın Akdoğan Habertürk’teydi. Mehmet Akif Ersoy’un konuğu olarak. Akdoğan önceki çözüm sürecinin ana aktörlerinden.
Akdoğan orada dedi ki: “Bahçeli grupta o malum konuşmayı yaparken yemek yiyorduk, o sözleri duyunca çatal elimden düştü. “
Yani sürpriz.
Akdoğan Bahçeli’nin çıkışını “Yüksek siyaset” olarak tanımlıyor.
Bu yüksek siyaseti Bahçeli koyuyor Türkiye’nin önüne. Tabii ki Cumhur İttifakı’nın da önüne.
Böyle midir gerçekten,
yani Cumhurbaşkanı Erdoğan bile sürece sonradan mı dahil olmuştur? Sırrı beyin sözünü ettiği ikilemin sebebi bu mudur?
Tabii burada DEM cenahının İmralı -Edirne hattı dahil heyecanlanmasının sebebi nedir sorusu ortaya çıkıyor?
Kim neyi hedefliyor gerçekten? Mesela müzakere - Kürt sorunu - Meclis zemininde çözüm arama gibi sözlerin bir anlamı var mıdır? Öcalan ile DEM cenahı beklentileri uyuşuyor mu? Yoksa Öcalan devletle el ele “malın gerçek sahibi” rolünde DEM’li siyasetçileri mi hizaya getiriyor?
Yalçın Akdoğan röportajda mealen şöyle bir şey söyledi: Bu süreç örgüte silahları bıraktırma süreci. Silah devreden çıkınca normal siyaset zemininde herkes önerisini getirir, kabul edilirse ne ala. Edilmezse de her şey toplumun kabulüne göre belirlenir.
Akdoğan bugüne kadarki DEM’li çizgiye silahlı siyaset olarak bakıyor ve şu yaşanan sürecin bunu ortadan kaldırma amacı taşıdığını ifade ediyor.
Bu yaklaşım, eğer devlet aklının da yaklaşımı ise, DEM cenahına “paradigmal” bir değişimi öneriyor ya da dikte ediyor.
DEM cenahı bu durumda şöyle bir tercihle - değerlendirme ile karşı karşıya kalıyor?
-Silahlı yapı bizim siyasetimiz için pozitif bir katkı mı idi negatif bir katkı mı?
-Silahlı yapı sona ererse Kürt siyaseti kazanır mı kaybeder mi?
-Üçüncü bir soru da şu: Silahlı yapının parti içine etkisi sağlıklı mı idi sağlıksız mı?
Bu soruların cevabının kolay olmadığını düşünürüm. Anormal bir doza alışmış bir bünyenin dezenfektasyonu kolay olmamalı. Dağ, bir iktidar alanını kaybetmekte ne kadar zorlanırsa Ovadakiler de bir silahlı gücün vesayetinden kurtulurken o kadar şaşkınlık yaşayabilir.
Şimdi bu durumda DEM cenahının sürece ilişkin heyecanının kaynağını anlamak meselesi var.
DEM, diyelim yüzde 7 - 8 oy alıp Meclis’e üçüncü büyüklükte girecek normal bir parti olacak. Bu büyüklük önemli tabii. Koalisyon ortaklıkları ya da başka pazarlıklarla güncel siyaseti - pazarlıkları etkilemek mümkün. (Örnek MHP)
Acaba şu yaşanan süreçte bir gelecek seçim hesabı da var mı? Oralarda bir yerlere “Kürt sorunu”nu yerleştirme hesabı da var mı?
Bir “Paradigma”dır gidiyor. Öcalan’dan Mehmet Uçum’a, Akdoğan’dan Cengiz Çandar’a…,
Bahçeli de “paradigmal” bir hamle yaptı ya.
Devlet aklı da herhalde paradigma üzerinde çalışıyordur.
Bakalım Suriye denkleminin getirdiği bu yeni paradigma arayışı nasıl bir iç cephe inşasına imkan sağlayacak? Ve tabii gelecek seçim hesaplarını nasıl etkileyecek?
Ne de olsa bir Kürt siyasetçinin “Seni başkan yaptırmayacağız” gibi üç kelimelik bir sözü siyasetin kimyasını allak bullak etmişti.