Aşağıya alacağım üç paragraflık bölüm, benim bir kaç yıldır “Ümmet nasıl ayağa kalkar?” ya da “100 yıllık muhasebe” başlıklarıyla verdiğim konferansları takip edenlerce tanıdık bulunacaktır. Önce onları okuyalım:
“İslam coğrafyası son dönemde büyük oyunun malzemesi haline getirilmiştir. Kaynakları sömürülmüş, toprakları parçalanmış, sınırları petrol, altın, elmas ve çıkar hesapları üzerinden yeniden çizilmiştir. 1’inci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen, 2’nci Dünya Savaşı sonrasında ise tahkim edilen yeni küresel sistem, İslam alemini adeta çeperlere itmiştir. Bu yeni sistemde Müslümanlara ne kendi gelecekleri ne insanlığın ortak meseleleri hakkında söz söyleme hakkı tanınmamıştır. Toplam 1,7 milyar nüfusa sahip İslam dünyasının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir tane bile daimi üyesinin bulunmaması, bu çarpıklığın bir sonucudur.
“Onun için ‘Dünya 5’ten büyüktür.’ diyorum. Dünyadaki dağılımı da bu 5 ülkenin adil değil. Ne kıtalar ne inançlar ne etnisiteler noktasında. Dudaklarının arasından çıkan bir cevap her şeyi bitiriyor. 194 üye var, 5 daimi üye, yanına da 15 geçici üye sıkıştırmışlar, onunla dünyayı aldatıyorlar. 15 geçici üyenin hiçbir kıymeti harbiyesi var mı, yok. Elini kaldır, indir. Herhangi bir değeri yok. Her şey o 5 daimi üyenin içinde bir üye, o bir üye bile bunu tıkayabiliyor. Bu, hani adalet üstüne kurulmuştu, dünyadaki adaleti sağlamak üzere kurulmuştu. Kesinlikle böyle bir şey yok. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde de Birleşmiş Milletler’de de adalet diye bir şey beklemeyin, aramayın. Yok böyle bir şey.
“Bugün İslam dünyası gelir dağılımından adalete, diplomasiden, demokrasiye, ekonomiden hak ve özgürlüklere kadar birçok alanda sorunlarla boğuşuyor. Kendi ülkesinin bekasını, küresel silah tüccarlarına haraç ödeyerek sağlamaya çalışan devletler var. Dışa bağımlılık İslam dünyasının en acı gerçeği. Adeta bir “öğrenilmiş çaresizlik” sendromuyla karşı karşıyayız. Ancak bu durumun değişeceğine yürekten inanıyorum ve bunu sizlerle beraber yapacağız.”
***
Bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait. TÜBİTAK ve TÜBA Ödül töreninde yaptığı konuşmadan alındı. Türkiye’nin iki bilim-teknoloji kurumunun ödül töreninde, yani tam yerinde yapılmış bir Dünya-İslam Dünyası analizi.
Ben de şu çerçevede bir analiz yapıyorum:
Osmanlı’nın çözülüş süreci, 100 yıl önceki belirlenmişlik, 100 yılın serencamı, dünya düzeninin “İslamsız” belirlenişi, 100 yıl sonra bile henüz dünyadaki “İslamsızlık problemi”ni aşamamış olmamız vakıası, buna “Dünya 5’ten büyük” isyanımız ama yine de İslam dünyası olamama halleri... Problemler...
Sıkıntı “Problemler” başlığında toplanıyor.
Cumhurbaşkanı problem sayıyor:
- Gelir dağılımı, adalet, diplomasi, demokrasi, ekonomi, hak ve özgürlükler, kendi ülkesinin bekasını, küresel silah tüccarlarına haraç ödeyerek sağlama, dışa bağımlılık... Ve “öğrenilmiş çaresizlik” sendromu.
***
Ben ana sorunu, “1 milyar 700 binin özgül ağırlık sorunu”nda görürüm. Hem bilim-teknoloji alanında açılmış mesafelerle, hem de İslam’ın inşa edeceği insanın değerler kalitesinin aşınmasında.
100 yıldan beri İslam dünyası, Osmanlı’nın yaşadığı kaht-ı rical (adam kıtlığı) denen problemi aşamadı. Onun için ben Ak Parti iktidarının 16 yılında “Eğitim ve kültür alanında başarı sağlayamadık” itiraflarının çok dramatik olduğunu yazar, söyler, dururum. Nüfusunun 25 milyonluk kısmı eğitim döneminde olan bir ülkenin en başarılı olması gereken alan olmalıydı eğitim. Belki bunun sancısını çekiyor olmamız teselli, yoksa eğitimini başaramadığınız her bir kişi, ülke ve ait bulunduğunuz dünya adına, hatta insanlık adına kayıptır.
“Dünya 5’ten büyük” isyanı insanlık adına çok haklı bir isyan.
Orada 1 milyar 700 binlik bir İslam dünyasının kıymet-i harbiyesinin bulunmaması ayrı bir küresel problem.
Ama bu çarpık yapı, “Güç” ile belirlendi. Güçlüler güçsüzleri tanzim etti. 100 yıl içinde demek ki, biz İslam dünyası olarak bu dengesizliği değiştirecek güç birikimine ulaşamadık.
Ulaştık mı?
Hayır ulaşamadık. Bir yerden baktığınızda İslam dünyası var, bir yerden baktığınızda yok. En önemli sorun bu.
Biz Türkiye olarak, kendi içimizdeki sancıları bitirdik mi? İç barış mesela. İslam dünyası gibi bir derdi olanların, kendi içimizde toplumsal barış gibi bir derdi de olmalı değil mi?
Nasıl olacak bu?