“FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmasını anlamlı kılan şey, bir, partilerin bu konudaki günahını ortaya koyması ise, iki ve daha anlamlı yanı, ülkedeki yargı sancısının odaklaştığı zemin olmasıdır.
FETÖ ile iltisak konusunun halk nezdinde partileri ne kadar yıprattığı ya da yıpratıp yıpratmadığı tartışılabilir. Bir ölçüde etkili olduğunu sanıyorum, ama bu etkinin ekonomi gibi halkı derinden etkileyen ana gündemler yanında oldukça sınırlı olduğunu düşünüyorum.
FETÖ ile bir şekilde bağlantı, 15 Temmuz’dan bu yana ülkede yüzbinlerce insanın hayatını olumsuz yönde etkilemektedir. Bir kalemde yüz bini aşkın insan devletteki işinden olmuş, 500 bini aşkın insan soruşturmaya tabi tutulmuş, aileler dağılmış, insanlar “terör suçluluğu” gibi bir damga ile yaşar hale gelmiş, halen de devam eden operasyonlarda hangi itirafçının jurnali ile bir sabah kimin kapısının çalınacağının bilinmediği bir sürek avı ortamı meydana gelmiş.
İltisak, irtibat, terör örgütü üyesi olmadığı halde örgüte yardım etmek… gibi önü – sonu belli olmayan suçlamalar…. Yargı’yı ülkenin en çok tartışılan alanı haline getirmiş.
Falanca derneğe üyelik, falanca yardım kuruluşuna bağış, falanca dersanede öğretmenlik, piknikte Risale okumak, evinde falanca derginin bulunması, öğrenci evinde kalmak, orada ablalık – abilik yapmak vs… örgüt faaliyeti çerçevesine sokulmuş ve insanlar mahkum edilmiş, işinden atılmış…
Bunlar, iktidarın icraatı halinde gerçekleşiyor.
İktidar, 17-25 Aralık 2013’ü milat olarak belirlemiş.
“Niye?” sorusunun cevabı karışık.
Paralel Devlet Yapılanmasının Yargı – Emniyet ayağının ülkeyi sarsacak boyutta arzı endam ettiği tarih o tarih. O açıdan tabii ki önemli bir tarih.
Ama sorgulama da tam orada başlıyor.
Nasıl gelindi oraya? Oraya gelişte, mesela falanca dersanede öğretmenlik yapan kişinin sorumluluğu ile örgütün devlet bünyesinde bu ölçüde yapılanmasına imkan hazırlayanın sorumluluğu aynı mı?
İktidarın bu kadrodan en stratejik alanlarda yararlandığı aşikar.
Buna mecbur kaldığı savunması da anlamsız değil.
“Ne istedilerse verilmiştir.” Uzunca bir dönem birlikte operasyon yapılmıştır.
Bu operasyonların askeri cenahta önemli bir kesimin tasfiyesi anlamına geldiği de vakıadır.
Bu işlerin Örgüt’ün Emniyet – Yargı elemanlarının “Kumpas” türü hukuk dışı uygulamaları ile gerçekleştiği de bilinmektedir. Bu dönemin mağduriyetleri “Askeri vesayet”in tasfiyesi gerekçesiyle “iş kazası” muamelesine tabi tutulmuştur.
Her bakanlıkta bir “Örgüt imamı”nın bulunduğu dönemler yaşanmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bile Örgüt adına bir “İmam”ın bulunduğu ifade edilmiştir.
Bu yapı, evet, çok çok eski zamanlardan beri oluşum halindedir ve devlette yer edinmeye çalışmıştır. İktidarla, muhalefetle, istifade edebileceği herkesle ilişki kurmuştur. Muhazafakar toplum kesimlerinin sistem tarafından dışlanmışlığı aşma çabasının ayağıdır.
Ak Parti iktidarı dönemine gelindiğinde tam da bu noktada iktidarın ihtiyacı ile bu yapının hesabı birbiri ile örtüşmüş, evet tam o ifade ile “Devletin kılcal damarları”na nüfuz edilmiştir.
Bu birliktelikle Ak Parti’nin de “Askeri vesayet” setlerini aştığı bir vakıa değil midir?
Özetle 17-25 Aralık’a geliş, beslenip büyütülen bir yapının canavara dönüşmesinin hikayesidir.
Bu süreç iktidar tarafından “Saflık”la izah edilmiş, “Allah affetsin”le bağlanmıştır.
Belki de iktidarın bu ilişkilerine bakıp örgütle temas kuran insanlar diyor ki: “Siz bunca istihbarat kaynağınızla örgütü göremediniz, örgütü besleyip büyüttünüz, “Safmışız”la “Allah affetsin”le işi bağladınız, neden bizim payımıza cezaevi, devletten ihraç, terör örgütü ile iltisak düşüyor?
İşte bu, uzunca süredir Türkiye’yi sarsan yargı sancısını doğuran sorudur. Yargının kimyası olağanüstü sürecin yansımaları ile enfekte olmuştur. Devlet – Toplum ilişkileri ciddi yara almıştır.
İktidar henüz bu soru ve bu sancı ile yüzleşmiş değildir.
Muhaleet işi gücü bırakıp FETÖ savunması yapsa, -ki bu mümkün değildir- bunun kıymet-i harbiyesi nedir ki?
Ama iktidar gücüyle yaptığınız her hamle bir yapıyı bin misli büyütebilir. 7 Şubat, 17-25 Aralık operasyonu da, 15 Temmuz darbe girişimi de, maalesef örgütün geçen süreçte ne kadar cür’etkar hale geldiğinin göstergesidir. Örgüt o hale gelinceye kadar olan biteni görmemek de, o tırmanışa geçit vermek de hem ciddi özeleştiri, hem de sıradan halk kitlelerini anlamayı gerektiren hallerdir. En azından özeleştiri…