Reis sert oynuyor siyaset oyununu. Riskler çoğaldıkça da sertliğin artacağı gibi bir görüntü var ortada.
“Sertlik” deyince, bilinen bilinmeyen bütün silahların devreye sokulmasını kastediyorum.
İktidarı elinde bulunduranlar yeni bir seçim sınavı ile yüz yüze geldiklerinde böyle bir yola başvururlar genellikle.
Aslında seçimler, iktidarın iktidar süresince yaptıklarının, buna mukabil, iktidar adaylarının, yani muhalefetin vaatlerinin halktaki karşılığını ölçmek amacıyla yapılır.
Bunun için de seçime iktidar ve muhalefetin hukuk açısından eşit şartlarda gitmesi beklenir. İktidar icraatı ile ortadadır, muhalefet de vaatleri ile.
Eskiden bizde olduğu gibi İçişleri, Adalet ve Ulaştırma bakanlarının bağımsız kişilere devredilmesi, en azından bu bakanlıkların seçim sürecinde iktidar lehine güç kullanmasını önlemeye yöneliktir.
Son 20 yıl içinde bu uygulama da değişti ve şimdi bu bakanlıklar iktidar partisinde kalmaya devam ediyor ve tabiatıyla iktidar lehine kimi uygulamalarda bulunmasına mani olunamıyor.
Peki bütün bu “Sert oyun” her şeyi iktidarın lehine mi çeviriyor?
Bu soruyu, oyunun en sert oynandığı 2019 Yerel Seçimlerinde ve İstanbul örneği ile değerlendirmek mümkün.
Reis, “Partili Cumhurbaşkanı” sıfatı ile Binali Yıldırım için meydanlardaydı bu seçimde. İstanbul’un bütün ilçelerini dolaştı ve oy istedi. “Sisi mi Binali Yıldırım mı?” gibi akıl almaz kıyaslamalar yaptı.
Normal zamanda tecrit uygulanan Abdullah Öcalan’dan mektup getirildi, okundu, ta ki HDP oyları muhalefete gitmesin diye.
Osman Öcalan TRT-Kürdi’ye çıkarıldı, Kürtler özellikle İstanbul’da iktidarın beklentisi istikametinde oy versin diye.
Bunları yapacak bir muhalefet adayının, “HDP ile, dolayısıyla Kandil’le, dolayısıyla İmralı ile…kürsülerden tırnak içinde ‘terörist’ diye yaftalanan Demirtaş’la işbirliği yapmaktan lime lime edilmesi işten bile değildi..
Olmadı, olmadı, olmadı.
Sandıktan 13 bin oy farkı ile Ekrem İmamoğlu çıktı. Kim yenilmişti, Binali Yıldırım mı, Reis dahil tüm Ak Parti cenahı, tüm MHP cenahı mı?
Buraya kadar uygulanan “sert”lere rahmet okutacak bir hamle daha yapıldı. ”Oylar çalındı” dendi. Yüksek Seçim Kurulu’na baş vuruldu. Seçim iptal ettirildi.
Fetö – Metö her türlü iddia savruldu. Fetö-Metö devreyegirince akan sular dururdu, onlara izafe edilen her türlü suçlamanın bir “Eder”i vardı.
Davalar açıldı oy çalma iddiasına hedef olan kişilere…
Evet, seçim 23 Haziran’da yenilendi. Bu defa oy farkı 800 bine çıktı. Yine İmamoğlu lehine.
Ayrıca yakın zamanda o seçimle ilgili davalar sonuçlandı ve bir tek kişi bile suçlu bulunmadı. “Resmen çalındı” diyen kişi eski Başbakan Binali Yıldırım idi. Hangi bilgiye dayanarak bu çalma iddiasını ortaya koymuştu? Oyların çalındığına ikna edilen Cumhurbaşkanı, partisi adına seçimin iptaline nasıl onay vermişti?
Merak ederim:
Acaba sayın Cumhurbaşkanı İstanbul’un ilk seçimde 13 bin oyla kaybedilmesinin sebepleri üzerinde düşündü mü?
Merak ederim:
Acaba sayın Cumhurbaşkanı, seçimin iptalinden sonra ikinci seçimde oy farkının 800bine çıkmasının sebepleri üzerinde düşündü mü?
Yukarda yazdıklarımı muhtemelen Türkiye’de herkes bilir. Onun için bunları tekrar etmek zait bile bulunabilir. Ben buradan bugüne gelmek istiyorum.
“Sert siyaset” dedim ya, işte bir örneği bu. Sert, agresif siyaset yaptınız ve kaybettiniz. Yargı falan -siyasallaşma- itirazları göz ardı edilerek devreye sokuldu, kaybedildi.
Yani halk bir yerde “Bu kadarı olmaz” diyor. “Benim irademe rağmen oyun kuramazsın” diyor.
Bugün nasıl gidiyoruz?
Siyasetimiz, kıran kırana değil mi? Yargı, Yüksek Seçim Kurulu, 2019’u hatırlatan rollerde değil mi? İktidarın dili “Yargı bağımsız ve böyle yapıyor, biz ne yapabiliriz ki…” modunda değil mi? HDP’yi kapattık mı her şey süt – liman olur beklentileri devreye giriyor değil mi?
….
Dünya Kupası maçları yeni bitti. “Kader maçı”na çıkıp da yenilmekte olan takımların agresif bir halet-i ruhiye içine girdiklerinde normal performanslarını bile gösteremediklerine çok şahit olunmuştur. Lüzumsuz sertlikler, rakip oyuncunun ayağına tekme atmalar, fair-play (centilmence, sportmence, güzel, insaflı, temiz, dürüst, namuslu, adil, iyi, uygun, doğru vb.) görüntüsünü tahrip ettiği gibi kimseye getiri de sağlamıyor.
Bence ülkeyi şaibeden arınmış normal bir seçime götürmek de bir iktidarın hayati sınavları arasındadır. Ak Parti, tarihine ikinci bir “İstanbul yanlışı” yazdırmamalıdır.