25 Mayıs tarihli yazım “Asıl soru: Veto Amerika’yı hizaya getirecek mi?” şeklindeydi.
Vetoyu İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı kullanıyorduk. Çünkü bu iki ülkede Türkiye’nin “Terör örgütü” diye tanımladığı yapılara faaliyet imkânı veriliyordu. NATO, üyelerinin güvenliğini önceleyen bir örgütse, ona dahil olacak olanlar da diğer ülkelerin güvenliğini tehdit eden yapılara zemin olmamalıydılar. Türkiye haklıydı. Türkiye haklıydı ama Amerika başta olmak üzere NATO’nun diğer üyeleri de Rusya tehdidine karşı bu iki ülkeyi bünyeye almak istiyorlardı.
Müzakereler, müzakereler, geldik Madrid Zirvesine. İlk gün, o iş bitti, İsveç ve Finlandiya ile Türkiye arasında bir mutabakat imzalandı. Artık bu ülkeler, PKK, PYD-YPG ve “Türkiye’de terör örgütü olarak tanımlanan” ifadesiyle mutabakat metnine giren “FETÖ” ve iltisakları ile mücadele edecek.
Biden, Finlandiya ve İsveç liderlerini kanatları altına aldığını sembolize eden fotoğrafla, hedefe ulaştığını dünyaya duyurdu.
Peki sonrası?
Benim yazıma konu olan “Veto’nun ABD’yi hiza getirmek”le ne ilgisi var?
Türkiye’nin NATO içindeki asıl sorunlarının doğrudan ABD ile ilgisi olduğunu Amerika ve Türkiye dahil cümle âlem biliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Madrid’e giderken Esenboğa Havaalanında hemen tüm dosyayı ortaya oydu. Amerika ile Suriye’de YPG-PYD’yi silahlandırmak dahil, Yunanistan’da Türkiye’nin de hedef alınma kuşkusu taşıdığı üsler kurmak dahil, F-35’ten F-16 kademesine inen uçaklar konusu dahil, S-400 meselesi ve CAATSA yaptırımları dahil, FETÖ konusu dahil pek çok sorun var.
Hadi Biden’la görüşme konusu zirve öncesinde gerçekleşen telefon görüşmesinde Biden’dan gelen “Erdoğan’la görüşmeyi dört gözle bekliyorum” jesti ile geri planda kalmış olsun, ama diğer konular ne olacak?
Cumhurbaşkanı ayrıca NATO bünyesinde Fransa, Almanya, Danimarka, Norveç ile, hele Yunanistan ile yaşanan sorunları da sayıp döktü. Ortada en sıcak konu “Adalar” meselesi var.
Elhasıl İsveç ve Finlandiya dışında pek çok konu var. Belli ki Türkiye, NATO’nun Türkiye’nin güvenlik hassasiyetlerini yeterince önemsemediğini, hatta zaman zaman dostça olmayan tavırlar sergilediğini düşünüyor. Bir kere başlı başına AB ile ucu dışlanmaya kadar varan sorunlar yaşanıyor.
Benim yazım da tam bunu ortaya koyuyor ve Zirvede “İsveç ve Finlandiya Türkiye’yi tatmin edecek sözler verir, Türkiye vetoyu kaldırır, onlar da NATO’ya üye olurlarsa tüm problemler çözülmüş olur mu?” sorusu soruluyordu. Amerika hizaya gelecek, Türkiye’yi tatmin edecek gelişmelerin yolunu açacak mıydı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yola çıkarken yaptığı değerlendirmede bu zirvede “NATO’ya gelecek vadede yön verecek yeni stratejik konseptin kabul edileceğini” açıkladı.
Belli ki önemli bir zirve. Belli ki Türkiye NATO bünyesinde önemli bir ülke. Ve belli ki bir güvenlik kuruluşu olan NATO içinde Türkiye’nin tam da üyelerin davranışlarından doğan güvenlik problemleri var.
Bu paradoksal bir durum değil mi?
ABD Başkanı Biden’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mesafeli bir tavrı var(dı). Hatta onun iktidardan gitmesine dair arzularının olduğu var sayılıyordu. Son mesaj, “Erdoğan’la görüşmeyi dört gözle bekliyorum” ifadesinin, Biden açısından oldukça şaşırtıcı olduğu açık.
Bu tavır acaba ABD yönetiminin Erdoğan’a yönelik rezervlerini kaldırdığının işareti midir ve bunun NATO zirvesinde Türkiye – Amerika ilişkilerinde problemli alanların izalesi noktasında bir sonucu olur mu?
Belli ki Amerika değişirse çok şey değişir. Yani NATO’nun Avrupa ayağındaki ülkelerde de çok şey değişir. Mesela NATO metinlerine Türkiye’nin güvenlik kaygıları noktasında İsveç ve Finlandiya ile mutabakata benzer bir taahhüt girerse epeyce bir mesafe alınmış demektir.
Ama acaba Amerika hangi noktadadır?
-Gülen’i verecek noktada mıdır? Zarrab dosyası, Halkbank dosyası ne yönde gelişecektir?
-Suriye’de (ve daha genelde) Kürt politikasında köklü değişiklikler yapabilecek noktada mıdır? (Türkiye’de çözüm sürecinin ABD’nin Suriye’de bir “Kürt özerk yapılanması”na imkân vermesi ve bunun uzantısı olarak Türkiye’de de yer yer hendekler kazılarak “Özyönetim” çılgınlığının başlaması dikkate alınırsa…)
-S-400’lerde nasıl bir uzlaşma olacaktır? CAATSA yaptırımları nereye varacak?
-F-35’lerde elimizi yumuş durumda mıyız? F-16’larda acil bir gelişme olabilir mi?
-Yunanistan’daki üsler ne olacaktır?
-Erdoğan’ın Miçotakis’e çektiği restte nasıl bir gelişme olacaktır? Adalar gerilimi nasıl sonuçlanacaktır?
-Türkiye – AB ilişkilerindeki sorunlar nereye evrilecektir?
“ABD’yi hizaya getirmek” ağır bir ifade mi? Bizim dış politika dilimize yakışır. Bakalım “Madrid’den önce, Madrid’den sonra” gibi Türkiye’nin taleplerinin karşılık gördüğü köklü değişiklikler olacak mı?