WhatsApp gruplarında çok ilginç malzemeler paylaşılıyor.
Bir gün, takip ettiğim bir grupta “Tel Aviv İslam Üniversitesi” konulu bir malzeme paylaşıldı.
Buna göre Tel Aviv’de, Mossad tarafından 1956 yılında kurulmuş olan ve işletilen bir İslam Üniversitesi var. Buraya sadece Yahudi çocuklar alınıyor. Arapçası ile, dini bilgileri ile tam bir İslam alimi – casus olarak yetiştiriliyor ve İslam ülkelerinde faaliyet göstermek üzere yönlendiriliyorlar. Kimi tefsir, fıkıh, hadis, kelam alanında bir İslam alimi rolünde, kimi şu veya bu dergahta şeyh rolünde, kimi -İslamcı- kanaat önderi rolünde icra-yı faaliyet ediyor.
Konusuna hakim olduğu, hayatında bir Müslüman gibi yaşadığı için kimse ondan şüphelenmiyor, bir süre böyle çalıştıktan sonra, Mossad’ın gerekli gördüğü zamanda hangi misyonu ifa etmesi gerekiyorsa, onu devreye sokuyor.
Bu bilginin paylaşılmasının amacı şu: Siz şu veya bu rolde islami kisve içinde birisini görebilirsiniz ama o gerçekte Mossad’ın elemanı olabilir.
Google’a baktım, böyle bir üniversite gerçekten var mı diye, bu bilgi Arap dünyası dahil genelde islami muhitlerde paylaşılmış – konu edinilmiş ve tamamında az önce ifade ettiğim komplo kaygıları çerçevesinde paylaşılmış.
Bir de Eli Cohen hikayesi var Netfilix’te Spy – Casus dizisinde hikayesi sunulan. Mossad tarafından eğitilip, nihayetinde Suriye’de Hafız Esadın en yakınına kadar ulaşmayı başaran bir Yahudi casusun hikayesi.
Muhafazakar camiada, genelde her taşın altında bir Yahudi çıkacağından kuşkulanan ve zaman zaman “Yahudi fatalizmi” denecek bir kaderciliğe savrulan bir “Yahudi duyarlılığı” olgusu vardır. Cevat Rifat Atilhan’ın kitapları ve Ziya Uygur’un “Yahudi Önderlerinin Protokolleri” okunmuştur. Oradan bakınca da her taşın altından çıkacak bir Yahudi kuşkusuna kapılmamanız imkansızdır.
Şimdi şu yukardaki Tel Aviv İslam Üniversitesi konusu üzerinde düşündüğünüzde, etrafınızdan başlamak üzere, ülke çapında, dünya çapında şeyh, islam alimi, siyasetçi, kanaat önderi, sivil toplum yöneticisi vs. hüviyetinde rol üstlenen her insana “acaba mı? “ gibi zehirli bir soru ile bakmaz mısınız? En hızlı görünen ve kısa sürede tanınmış bir topum lideri haline gelen kişi neden Mossad ajanı olmasın ki?
Şunu söyleyeyim:
Ben bu yazıya, Mossad’ın yaptıkları – yapabilecekleri konusunu değerlendirme amacıyla başlamadım. Öyle önemli bir başlık gerçekte var ve her halükarda üzerinde durulmalı.
Buradan yola çıkarak şu an Türkiye’de sıcak gündem olarak bulunan olaya gelmek istiyorum.
Bir adam gündemde. Nerede ise herkese bir şekilde dokunmayı başarmış. Kimine uçak tahsis etmiş, kimine helikopter, kimine audi marka milyonluk araç, kiminin doğum gününü pahalı bir hediye ile kutlamış, kimini cennete özenerek inşa edilmiş otelinde ağırlamış, 10 milyon euroluk rüşvetlerle bakanlıklarda iş bitirmeye çalışmış…. Her yere nüfuz etmesini sağlayacak bir maymuncuk üretmeyi başarmış. Beştepe muhitlerinde bile icra-yı faaliyet edebildiğini düşündüğünüzde, İçişleri Bakanı ile temasının olması yadırganmıyor. Başbakanları otelinde ağırlaması ahval-i adiyeden oluveriyor. Gazeteci ne ki?
Bu işler için neyi kullanıyor? Parayı… Paranın da bin bir türlü yüzü var. Bazen Audi marka otomobil olur, bazen uçak, bazen lük otel odaları, bazen çek, nakit vs… Ne diyordu gazetecimiz: 0 milyon euroyu nereye kıyacaksınız? - Odalara sığmaz ki… Bulunur mekan bulunur kardeşim, sen yeter ki onun zincirine takıl.
Bütün bunlardan sonra söz konusu adamın, Mossad’la ilişkili olduğuna dair bir söz söyleyeceğimi bekliyorsanız, yok öyle bir iddiam.
Ama Tel Aviv İslam üniversitesinde yetiştirilen bir Mossad Ajanının nüfuz kabiliyetindeki bir adam kafasına koyarsa, bizde gündemdeki adamın ulaşabildiği yerlere ulaşabileceğini yazmak istiyorum.
Nasıl oluyor da bir adam böyle en kritik alanlara ulaşıp faaliyet icra edebiliyor? Bir kirlenme motifi ise, herkese kirinden paylaştırabiliyor? Belki bir dolandırıcıdan ibarettir, ama ya bir mossad Ajanı olsaydı? Mossad Ajanları iş adamı kılığında çalışmazlar diye bir şey yok ki.
“Kolay nüfuz edilebilir bir devlet yapımız” var mı?
Söz konusu adamın işlerine bakıp, siz de bu soruyu sormuyor musunuz?
“Türkiye’nin Beka sorunu olduğu” en tepeden ilan edilen bir ülkede, bu kolay nüfuz edilebilirlik, asıl beka sorununu teşkil etmiyor mu?