"Liderlik” diye bir olayı var insan neslinin. Peygamberlik de bir anlamda “insanlık önderliği” olarak anlaşılabilir.
Siyasi liderliği biliriz. Kitleleri arkalarından sürüklerler, bir biçimde yetkiyi alırlarsa ülkeyi, insanlar dahil ülkenin tüm varlığını yönetirler.
Peygamberlikten ayrı, dini cemaat liderliği de söz konusu.
Organize suç örgütü liderlikleri de bütün zamanların gerçeği. Haşhaşilerin – Batınilerin lideri Hasan Sabbah’ı düşünün. Bağlıları o isteyince Alamut Kalesi’nden kendilerini atmakta tereddüt etmiyorlardı.
İş hayatında da lider kişilikler aranır, ya da lider kişilikler fark edilir.
Benim liderlikle ilgili en önemsediğim cümle şudur: “Bir insan bir kararı ile ya da bir düğmeye bastığında binlerce, milyonlarca kişiyi etkiliyorsa, doğru karar vermeli, doğru düğmeye basmalıdır.”
“Lider” de olsa insanın zekâsı da, iş yapma gücü de sınırlıdır. İnsan hata yapar. Onun için mesela “İnsanlık önderi” olarak görevlendirilen (Burada görevlendirme de söz konusudur) Peygamberlerde “Sıdk, Emanet, Fetanet, İsmet, Tebliğ” gibi özellikler bulunduğu kabul edilir. Bunlardan mesela “İsmet” “Günah işlememek” anlamına gelir. Demek ki “insanlık önderliği” gibi bir sorumluluk, ancak “en az hata” anlamına gelen “Zelle”yi kaldırabiliyor. Ayrıca Peygamberliğin “Allah’ın denetimi”nde bir görev olduğu da unutulmamalıdır.
Aslında liderler için de “hata yapabilme” yani “yanlış düğmeye basma” potansiyelinin varlığı kabul edilir. Onun için, bizim kültürümüzde “Allah sevdiği liderlere düzgün danışmanlar verir” gibi bir özdeyiş de vardır. Bu söz, “Liderler Allah’ın yardımını istiyorlarsa, kendilerine doğruyu söyleyecek, söylemekten çekinmeyecek danışmanlar edinmeli” şeklinde anlaşılmalıdır.
Ancak “Liderin çok güçlendiği” ve kendisinde bir tür Yanılmazlık – Rablık vehmettiği durumlarda danışmanlar doğru bildiklerini söylemekte tereddüt etmeye, sonra da “Liderin hoşuna gidecek” şeyleri söylemeye başlayabilirler. Ya da danışmanlar zaman içinde lideri o psikolojiye itmeyi, kendisi de onun danışmanı olarak güç kazanmayı tasarlayabilir. Bu en çok rastlanan durumlardandır.
O yüzden sağlıklı sistemler, liderlerin de denetlenebileceği yapıyı kurarlar. Lider bunu bilir ve ona göre kendini sınırlar. Hazreti Ömer’in devlet başkanı olarak kendini “Denetlenmeye açık” görmesi, İslam tarihinin en önemli örneklerindendir.
Liderlikte sıkıntı, o konuma gelmiş ve bir tür “Karizma” edinmiş kişilerin, denetlenemeyecek pozisyon kazanmasıdır. “Güç bozar” özdeyişi buradan kaynaklanır. Güç arttıkça kişi, kendisinin o işe en layık olduğuna, eleştirilerin yanlışlığına inanmaya başlar, “Etraf” diye de isimlendirilen danışmanlar topluluğu da o iradeyi beslemeye yönelir. O noktada yanlışlar doğru gibi yapılır.
Benim en çok merak ettiğim şey, liderlerin, yanlış yaptıklarında, diğer ifadeyle yanlış düğmeye bastığıklarında ve yanlış sonuçların ortaya çıktığını gördüklerinde ne hissettikleridir?
“Lider, kararının olumsuz sonuçlar ortaya çıkardığını görmeyebilir mi?” sorusu akla gelebilir. Bence görür. Danışmanlar ne kadar aksini söylese de, sonuçlar adeta bağırır burada bir yanlış var diye… İçinde bir ses depreşir. Ve lider görür. Peki o durumda ne hisseder? Yine de “En doğru”yu, kendisinin yaptığına inanmaya devam mı eder? Verdiği kararlar yüzünden milyonlarca insanın mağdur olduğunu, sıkıntıya düştüğünü, bedeller ödediğini gördüğünde kendisinin bir bedel ödememesini içine nasıl sindirir?
Etrafında “Liderliğinde, talimatlarıyla…” diye söz başlayan, bir anlamda gözünün içine bakan onlarca insan varken, lider görse bile “Yanlış yaptım” der mi? Hele bu yanlışlar bir silsileye dönüşmüşse, itirafın “Zaaf” gibi algılanacağını düşünüp, bunun tabii ki “ülke için” olumsuz sonuçlar doğuracağı kanaatiyle telafi mekanizmasını işletmez mi? Çünkü kendisi tarihi akışta o ülke için “Allah’ın lütfu” olarak gelmemiş midir?
Mevcut siyasi – dini liderlerimize bakıyorum. Benim “Bir düğmeye basınca milyonlarca kişiyi etkileme pozisyonunda olanlar doğru düğmeye basmaya itina etmeli” yaklaşımımın, çoğu zaman ıskalandığını görüyorum.
Çünkü “karizma” bir biçimde korunabiliyor. Milyonlarca kişi kararlar sebebiyle can çekişme vasatına sürüklense de, “Liderliğinde….” kutsamasını diline pelesenk etmiş, ya da “Talimatlar”ı ilahi ferman niteliğinde okuyan insanlar, o karizmayı korumaya adanmış iletişim araçları, ve tabii her zaman “büyülenme”ye hazır kitleler bulunabiliyor.
Buna rağmen ben yine de “Lider”in, insan hüviyetiyle içinde bir şeylerin depreşeceğini ümit etmek istiyorum. Diyelim verdiğiniz “Ekonomi” kararları, varmış duvara toslamış, bunu görmez misiniz?
Diyelim mutlak hâkim olduğunuz alanda, normalde “Evlât” olarak gördüğünüz biri, “Başka evlâtlarınız” tarafından katledilmiş… “Katledilen Evlâdınız”ın yakınları sokak ortasında feryad ediyor, onu duymaz mısınız?
“Dini lider” idiniz, zamanla başkalaştınız, başkalaştınız ve “Darbe”ye kalkışan bir grubun lideri haline geldiniz, bu başkalaşımı görmez misiniz? Darbede siz varsanız bir şenaat, darbe size rağmen, size haber verilmeden, yetiştirdiğinizi zannettiğiniz birileri tarafından yapılmışsa bir başka vahamet… Sonu bütün ülke ve bağlılar için kıyamet.
Sonuçta, yanlışlarının milyonlarca insanı boğduğunu gördüğü halde kürsüye çıkıp gürül gürül konuşabilmeyi ise ayrı bir “Liderlik ruhu” olarak görmekten başka çare yok gibi… Yanlış mıyım?