Din, insanın Yaratıcı ile alakasını, olabilecek en diri noktada tutmasını sağlayan bir disiplindir. Bizzat Yaratıcı, bu yakınlığın şuur düzeyinde algılanmasını, idrak edilmesini istiyor. İnsanın yeryüzü macerasında bu yakınlık arayışı temel yöneliş oluyor.
Yaratıcı, insana “şah damarından yakın” olduğunu bildiriyor.
“İnsan nerede olursa olsun, onunla beraber olduğunu” bildiriyor.
Bunların bildirilmesinden maksat ise, insanın bunu algılaması ve bu algı çerçevesinde bir hayat - dünya kurması. Din kuralları, insana bu bilinci yükleyecek bir terbiye verme amacı taşıyor.
Namaz’la, Oruçla, Hac’la, Zekatla, ve her yıl iklimini soluduğumuz Kurbanla...
İslam’ın “zikrullah” diye bir müessesesi var. “Allah’ı anmak” demek bu. Bir yerde tüm ibadetler “zikrullah” içinde mütalaa ediliyor. “Zikrullah”, Yaratıcıyı her davranışımızın içinde bilme, hiç unutmama, her nefes alışımızda O’nun bir kudret nişanesinin olduğu bilincine sahip olmak demek.
İslam’ın beş şartından biri olan “Kelime-i Şehadet”, bir ahidleşme anlamı taşıyor. Yaratıcı’nın huzurunda olduğunuzu biliyorsunuz ve “Ey Rabbim, insan olarak Sen’in varlığının bilincindeyim. Sana bağlıyım.” diyorsunuz. Bu, dündaya var oluşun en temel yorumu.
“İbadet” diye nitelenen Müslüman davranışları, şekli boyutlarından daha derinde bir iç anlam ve misyon taşıyor.
Mesela Kur’an, “Allah’a kurbanların etlerinin ve kanlarının yükselmeyeceğini, ona yükselecek olan şeyin insanların takvası olduğunu” bildiriyor. “Takva” kelimesi ise, “Yaratıcı’ya yönelik saygı, O’nun hoşnutluğunu kaybetme endişesi, korkusu” olarak anlaşılıyor. Yani Kurban’la birlikte, Mecnun’un Mevlana dilindeki duyarlılığı ile “Leyla’yı incitirsin” inceliğinde, Yaratıcı’yı gücendirme endişesi gibi bir “ruhi kıvam” edinilmezse, kazanılmazsa... etler ve kanlar dergah-ı izzete çıkmayacağına göre bilmem o kurbandan yüceliklere uruc eden ne olur?
Bu soru akla geliyor, çünkü Allah Rasulü’nün namazla, oruçla ilgili uyarıları var. Ruhi derinliği kaybolmuş bir namazın eğilip kalkmaktan ve yorgunluktan, aynı nitelikteki bir orucun ise aç kalmaktan ibaret olduğunu bildiriyor Allah Elçisi (s.a.)
Buradan yola çıkınca Arafat’tan Rabbin huzurunda derin derin bir arınma duygusu ile dönemeyen insanın, yorucu bir seyahat yaptığına kail olmamak mümkün mü?
Namaz’la Mirac arasında alaka kuruyor Allah Elçisi... (s.a.) Sanki namaza durduğumuzda yüreğinizde Rabbin katına doğru bir yükselme hissetmeniz bekleniyor. Namaz bizi almalı ve götürmeli bir yakınlık diyarına... Ve oradan çıktığımızda, şah damarımızda bir ilahi nabız atışı hissetmeliyiz.
Aynı şeyi Kurban’la yaşamamız bekleniyor.
“Kurban” kelimesi, “yakınlaşmak” anlamına geliyor. Yani kuyruğundan ya da boynundan – boynuzundan tutup sürüklediğimiz, zaman zaman sopalarla, taşlarla üzerine taarruz ettiğimiz hayvancıkları kesmekten öte bir manevi atmosfer var bu işte. Zaman zaman şöyle düşünülebilir: Acaba boynunu besmeleye uzatan kurbanlık koç mu hayırlı, yoksa ona olanca öfkesiyle abanan veya bıçağı niçin çaldığına dair en küçük bilinç kırıntısı taşımayan “insan” mı? Hatta zaman zaman “insan”, boğazına bıçak çaldığı “hayvandan daha aşağı” olmaz mı? Yakınlık ararken doğu ile batı kadar uzak mesafelere düşmez mi?
Kurban bir “zikrullah”tır dense şaşırır mısınız? Evet, zikrullahtır. Onun için her adımı bu idrak içinde atmak gerekiyor.
“Nerede olursak olalım, O bizimle beraber”se, bize o beraberliği idrak görevi düşüyor.
***
Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, bayramın hayatınıza – hayatımıza güzellikler taşımasını niyaz ediyorum. Güzellikleri, sevgiyi, dayanışmayı çoğalttığımız, yüreklerimizi paylaştığımız bir bayram olsun bu.