İki soru ile girelim yazıya:
1-Ülkeyi yönetenler içinde Döviz fiyatlarının nerede duracağını bilen birisi var mı?
2-Hangi faiz oranının ülke ekonomisinin reel şartlarına uygun olduğunu bilen var mı?
Birinci sorunun gerekçesi malum: Döviz bir gün, hatta bir saat içinde yepyeni rekorları zorluyor ve memleketin “Ekonomik kurtuluş savaşı” verdiğini ilan edenlerden herhangi birisi bu tırmanış karşısında en küçük bir hamle yapmıyor. Demek ki döviz kurlarının tırmanışı, ve bunun vatandaşın ekonomisine verdiği zarar ekonomik kurtuluş savaşında bir anlam taşımıyor.
Hatta rivayet o ki, dövizin yükselmesi iktidarın yeni ekonomik projesinin öngördüğü, göze aldığı bir durum. Yani vatandaşın zamlardan, hayat pahalılığından, cebindeki parasının pul olmasından doğan paniği, boşuna bir panik. Vatandaş, başkomutanın ve komutanların sükunetine bakıp ortalığı fazla telaşa vermemeli. Çünkü bu telaş da ekonomik kurtuluş savaşını olumsuz etkileyebilir ve düşmanların ekmeğine yağ sürebilir.
İkinci soru da önemli, çünkü “ekonomik kurtuluş savaşı”nın bir boyutu onunla, yani faizin oranlarıyla ilgili. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” olunca faizleri indirebildiğimiz kadar indirmemiz, aslında sıfırlamamız gerekiyor. Bunu ne kadar geciktirirsek, enflasyon denen bela o kadar ümüğümüzü sıkacak, o zaman savaşın komutanlarının kafasında faizi daha daha indirmek olmalı. Nitekim Merkez Bankası Başkanı, Aralık’ta da faiz indirimi için randevu verdi. O rakam ne acaba? Bir puan, beş, on puan? Neden sıfırlanmasın ki? Faiz indirmek tılsımlı bir şey ise neden taksit taksit uğraşılıyor ki?
Şimdi bir ihtimalin üzerinde durma noktasındayız:
-Ya bu soruların cevabı gerçekten bilinmiyorsa… Bilen birisi yoksa… Biz tam da kör yürüyüşü yapıyor isek?
Yani “faizi kaç yaparsak hem nassa hem ekonominin gereklerine uygun olur?” sorusuna aklın da kabul edebileceği cevaplar verilmemişse, ve tabii onunla bağlantılı olarak “dövizin nerelere uçacağı”na dair bir öngörü yoksa ve tabii, piyasanın bundan nasıl etkileneceği hesaba katılmamışsa…
Ya gerçekten Yeni ekonomik proje denen şeyin neler getireceği hesaba kitaba vurulmamışsa…
Ya iktidar cenahında herkes, başkomutanın savaş stratejisi içinde görünme kaygısı ile alternatif değerlendirme yapmaktan çekinir hale gelmişse…
Ya bu gidişattan sorumlu olanlar, bütün memleket “Niye sesiniz çıkmıyor” diye feryat ederken, “Bu sistemde istifa etmek bile affı şahanenin devreye girmesine bağlı” gibi bir kriterin içinde hapsolmuşsa…
Aydın Ünal Cumhurbaşkanı’nın eski metin yazarlarından. Sonra, muhtemel ki izin alarak metin yazarlığını bıraktı ve Ak Parti’den milletvekili oldu. Bir ara yazdığı gazetede Davutoğlu’nun inisiyatif ağırlıklı iş tutma tarzını eleştirirken, Cumhurbaşkanı’nın yanında “Düşük profilli başbakan” olması gerektiğini yazanlardandır. Son attığı ve “Bir felakitin kıyısındayız” diye başlayan tiweetlerde “Durumun vehameti ortadadır. Böyle bir dönemde susan herkes sorumludur. Bir şeylerin yanlış gittiğini söylemek yetki, makam, söz sahibi herkesin vazifesidir. Doğruya çağırmak, uyarmak için herkes elini taşın altına koymalıdır.” diye sesleniyor. Başka “naçizane” önerileri de var: Şu öneriler de ona ait:
“-Danışman, kurul vs gibi dış aktörler derhal devre dışı kalmalı, tüm yetki, inisiyatif, sorumluluk Ekonomi bakanına (geri) verilmelidir. Ekonomiye ilişkin sadece bakan, özgürce açıklama yapmalıdır.
“-Merkez Bankası Başkanı derhal değiştirilmeli, gerektiğinde itiraz edebilecek, cesur, dirayetli, bağımsızlığını her şart altında koruyacak bir isim Merkez Bankası Başkanı atanmalıdır.
“-Cumhurbaşkanının ekonomiye ilişkin açıklamaları, Bakan ve yeni Merkez Bankası başkanına danışılarak titizlikle hazırlanmalı, “savaş” gibi kavramlardan uzak, güven veren açıklamalar yapması sağlanmalıdır.”
Bunlar, insanların ancak “bağımsızlaştığı” zaman söyleyeceği şeyler. Şu anda Ak Parti’de milletvekili, bakan, danışman vs… birisi kalksın da söylesin bakalım bunları. Ne söyleniyor şimdilerde o cenahta: Eti yarım kiloya indirin, domatesi tane ile alın… Az yiyin, az giyinin vs… Adam istifa bile edemiyor affı şahane olmadan!
Kolay değil “aykırı” bir şey söylemek. Ne de olsa “mandacı” diye suçlanmak, “Düşman safında” görünmek var. Aydın Ünal ipe çekilmezse şükretsin.
Dibe vurmak mı, duvara toslamak mı? Ne bekliyor ülkeyi? Nerede dururuz? “Allah encamımızı hayretsin” sözleri her gün daha çok insanın ağzından dökülüyor. Daha saflarımız ise “Bizi yönetenlerin bir bildiği vardır mutlaka” tesellisine sığınıyor. Kim bilir belki bu kadar “saf” olmanın da bir muhasebesi yapılmalı. Ne diyor Şamil Tayyar: “Milletin aklıyla dalga geçen ifadelerden de uzak durmalıyız.” Aynen öyle.