Aslında kapanmamış bir hesap var. Nerede? İktidar, Ergenekon’dan yargılananlar ve FETÖ arasında.
Başbuğ’un “FETÖ’ye siyasi ayak aranıyorsa Meclis’te o gece yarısı operasyonuna bakılmalı” ifadesi ile başlayan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu iş boru değil” deyip, Ak Parti grubunu Başbuğ’a karşı dava açmaya teşvik eden konuşması ile tırmanan hadise, evet kapanmamış bir hesabın yansımaları.
Ak Parti iktidarının ilk dönemleri… TSK bünyesinde cunta oluşumları bulunduğuna dair iddialar. Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Ergenekon, Balyoz vs. İktidarın bundan kaygı duyması tabii. Çünkü “Post modern darbe” diye tanımlanan ve aynı familyadan bir siyasi hareketi cezalandıran 28 Şubat’ın izleri henüz ortadan kaybolmamış.
Kaygı duyulması normal değil mi?
İşte o dönemde muhtemelen 1 Mart tezkeresinin faturasını ‘asker’e çıkaran ABD ile de bağlantılı bir ortak devreye girmiş. Gözü kara medyası var, gözü kara emniyet ve yargı elemanları var. Sonradan “Paralel Devlet Yapılanması -PDY” diye nitelenecek olan yapı. O yapının oluşturduğu dosyalarla “cunta oluşumları”nın üzerine gidiliyor.
Sonradan iktidarın en tanınmış simaları tarafından “TSK’ya kumpas” diye nitelenecek olan sürecin başlangıcında böyle bir birlikte yürüyüş söz konusu.
Sonradan çok tartışıldı, Ergenekon-Balyoz vs. her şey bir kumpastan mı ibaretti, yoksa gerçekten cunta oluşumları ve darbe hazırlıkları vardı da, FETÖ unsurları sahte delil üretimiyle bunu çığırından mı çıkardı? “Bu davaların savcısı” gibi rolleri de üstlenen siyasi iktidar bu davaların neresinde ne kadar yer aldı? Bunlar netleşmemiş olgular olarak ortada duruyor.
Şu açık gerçek ki: Bu davalar özellikle TSK bünyesinde büyük operasyonlar gerçekleştirdi. En sembolik olanı hiç şüphesiz Genelkurmay Başkanı’nın (İlker Başbuğ) terör örgütü lideri olarak tanımlanması ve cezaevine konması idi. Cezaevinde ölümler oldu vs. bu dönemin TSK’da, varsa tüm cuntalaşmaları keenlemekün (hiç olmamış gibi) bir hale getirdiği vakıadır. Asker adına siyaset dizaynı iradesinin çözüldüğü de bir vakıadır.
İktidar oturup muhasebe yaptığında bu dönemde (Henüz FETÖ tanımlaması yoktur) ‘Gülen Hareketinin’ devlet bünyesindeki uzantılarından ne kadar istifade ettiğini herhalde değerlendiriyordur.
O dönemde o yapı adına MİT müsteşarına operasyon çekmek de yoktur, doğrudan iktidarın zirvelerine yönelik 17-25 Aralık kalkışması da…
Neyse… O günlere gelinir ve devlet içinde bir “Paralel yapılanma”nın varlığına hükmedilir. Ve mücadele başlar. “Fethullahcı Terör Örgütü-FETÖ” yaklaşımı bu dönemde MGK’dan çıkar.
Bu süreç, iktidarın Ergenekon-Balyoz “mağdurları” ile ilişkileri düzeltme, yeni “ortak düşman”a karşı birlikte savaş verme şekline bürünür. İktidar “kumpas” tanımlaması ile TSK’ya sahip çıkmakta, “mağdurlar”ı anladığını ifade etmekte ve tüm okları FETÖ’ye yöneltmektedir.
FETÖ ortak düşmandır. FETÖ ile mücadele adeta “kök kazıma” boyutunda sürdürülür. “Kök kazıma”nın yargısal tanımlaması “iltisaklı, irtibatlı” gibi herkese kolaylıkla giydirilen cürüm libasları ile lekelemektir. “Söyletmen urun” yaklaşımı dönemin genel ahlakı olur. Bu dönemde önceki dönemin mağdurlarının iktidarın eline “Fetömetre” gibi kıyım kriterleri sunduğuna tanık olunur.
Doğu Perinçek’in “Yargı altın dönemini yaşıyor” dediği, İlker Başbuğ’un bile “Erdoğan’ın iradesi olmasa FETÖ ile böylesine mücadele edilemezdi” dediği dönemdir.
Öyleyse iktidarla o cenah arasında her şey süt limandır!
İşte öyle değil. “Kapanmamış hesap” dediğim şey orada devreye giriyor. Başbuğ’un içinde bir “Siyasi ayak” profili bulunduğu açık. O gün TV programında “O geceki operasyona bakın. Kim yaptı onu?” sorusunu sorarken Başbuğ’un efradını cami ağyarını mani bir hedefi işaretlediği görülecektir. İş TBMM’de gerçekleşmekte, değişiklik önergesi iktidar mensuplarınca verilmekte ve düzenleme ile sonuçta askerlerin Özel Yetkili Mahkemelerde yargılanması öngörülmektedir. O mahkemelerin o günkü kadrolarını ise daha sonra “FETÖ’cü” olduğu ortaya çıkacak olan kişiler oluşturmaktadır. Başbuğ’un durduğu noktadan bakıldığında “siyasi ayak konusu” bir de böyle değerlendirilmelidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok sert tepki gösterdi Başbuğ’a... “Kendisini iyi tanırım” diye bir not düştü. Başbuğ’u “Meclis iradesi”ne karşı suç işlemekle itham etti. Tepkinin sertliği, Cumhurbaşkanı’nın “Kapanmamış hesap”ı gördüğü ve etkisiz hale getirilmesini istediği şeklinde okunabilir.
Bahçeli de dikkat çekici biçimde işin üstünde duruyor. Acaba Başbuğ’un çıkışı ile kesiştiği bir nokta var mı? sorusu da akılda tutulacak bir sorudur.