Sezai Karakoç’un “Sakın kader deme kaderin üstünde bir
kader vardır...
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır...” mısraları hiç şüphesiz en çok bizim dünyamızda seslendirilmiştir.
Ümit şiiridir. Mazlumiyetler vardır, tarihin bir dönemecinde yere kapaklanmışızdır, ama ümit bitmez. Yaşanan kader değildir, kaderin üstünde bir kader daha vardır. Göklerdeki karar başka bir karardır.
Filistin için okuruz bunu, Çeçenistan, Doğu Türkistan için okuruz, Bosna için okuruz.
Bazen seçimlerde tökezlenir, o zaman yine okuruz. Göklerdeki kararı bulmak sonsuz bir motivasyon unsurudur.
Bu mısraların en heyecanlı seslendirmesinin Tayyip Erdoğan’a ait olduğu da herkesin malumudur. Kitlelere umut vermek söz konusu olduğunda Erdoğan’ın bu mısralarla bütünleşmiş gürül gürül sesi duyulur.
Şu sıralar tarihi bir dönemeçte yaşama duygusu Türkiye’yi bir kere daha etkiliyor.
Çepeçevre olumsuzluklar var;
- Amerika sınırlarımızda bir terör devleti oluşturmaya çalışıyor. “İttifak”ı çamura bulayan başka kötülüklerin yanında…
- Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi kuşatmanın bir başka versiyonu devreye sokuluyor, Avrupa Birliği’nin desteği ile. Avrupa Birliği daha temelde Türkiye’ye karşı dostça davranmıyor.
- Arap dünyasının ana unsurları olarak Suudlar, Körfez ülkeleri ve Mısır Türkiye karşıtı bir safta toplanmış durumdalar.
- Amerikan hançerinin acısına karşılık iş birliğine girdiğimiz Rusya’dan emin değiliz. Kırım acısı orada öyle duruyor. İdlib’te iyi şeyler olmuyor. Terör örgütü PYD konusunda Ruslar’ın koruması saklı duruyor.
- “Yalnızlaşma” diye bir sendrom etrafımızı kuşatmış gibi. “Dost kim?” diye etrafımıza baktığımızda bir sıcaklık göremiyoruz.
***
Böyle bir iklimde karamsarlığın gelip kitlelerin yakasına yapışması her zaman söz konusu olabilir.
Ancak şu anda Türkiye’nin karar mekanizmalarında böyle bir karamsarlık gözlenmiyor. Aksine bütün risklerin görüldüğü, gerekli tedbirlerin alındığı, her türlü tehlikeye karşı koyabilecek bir gücün bu topraklarda var olduğu, Türkiye’yi kuşatmaya yönelenlerin asla başarılı olamayacakları vurgusu her kademeden seslendiriliyor. “Sabrımız taşmak üzere” sözünü Dışişleri Bakanımız Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda askeri harekata geçmesi sadedinde söylüyor. Doğu Akdeniz’de her türlü zorlamaya karşı “Bir gemi daha gönderiyoruz” karşılığı veriliyor.
Böyle zamanlarda sorunlu alanlara yönelik işaretlerde bulunmak, “ülkenin elini tutmak” gibi, hatta ülkeyi zaaf içinde göstermek gibi algılanabilir. “Fırat’ın doğusuna harekat yaparsak Amerikalılar nasıl tavır alırlar?” sorusunu sormak yerine “Onu Amerikalılar düşünsün” söylemi halkta daha çok karşılık bulabilir.
Hatta “kuvvet muhasebesi” yapmak gibi yaklaşımlar da insanları “düşmanla korkutmak, iradeleri çözmek” hanesine dahil edilebilir.
İşte “Kaderin üstünde bir kader vardır – Ne yapsalar boş, Göklerden gelen bir karar vardır” duyguları böyle zamanları besleyen duygulardır.
Bir milletin her türlü zorluk karşısında bu duyguları beslemesi onun ayakta kalma iradesinin göstergesidir. Yöneticiler, halkın bu duygularını diri tutarlar ve yukarı tırmanma hamlelerini bu duyguların üzerine inşa ederler.
Ancak yöneticilerin her halü karda bir de “reel durum değerlendirmesi” vardır. Karşı tarafın hamlelerini görmek, oluşturdukları yapının güç ve zaaflarını tahlil etmek, kendi alanını ittifaklarla tahkim etmek, kendisinin askeri – ekonomik – demografik anlamda zayıf yanlarını güçlendirmek gibi çalışmalar yaparlar.
Son gelişmelerin tartışıldığı bir tv programında bir asker konuk, Amerika’nın Türkiye karşıtı hesaplarını analiz ettikten sonra “NATO’dan çıkalım mı?” gibi bir soruya “Eğitim, ekonomi ve savunma sanayiinde çağı yakaladıktan ve iç barışı gerçekleştirdikten sonra neden olmasın!” diye cevap verdi.
Nasıl bir tırmanma şeridi konuyor önümüze… Onu aş, hedef büyüt, yeni ufukları yakala!
İçimizde büyüklük var, bunda şüphe yok. Bir büyük devletin mirasçılarıyız. Sağımız – solumuz budanmış, hala da budanma girişimlerine muhatabız.
Bir yandan içimizdeki büyüklüğün izini sürmek istiyoruz, bir yandan da önümüze çıkarılan yeni engelleri aşmaya çalışıyoruz.
“Kaderin üstündeki kader”le buluşabilmek ya da “Göklerdeki karar”a ma’kes olabilmek için “Layık olmak” diye bir şeyi de üstlenmemiz lazım.