Bir bebekten katil üretmek...”
Bu sözü bir kere daha hatırladı Türkiye.
Bu söz Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’e aitti. Kocası sokak ortasında bir “Genç” tarafından kurşunlandığında söylemişti.
Bebekti, olanca masumiyetle yüklenmişti, büyüdü katil oldu.
Araştırma görevlisi genç bir bayanın üstüne şarjör boşaltan, öfkesini yenemeyip bir de 18 bıçak darbesi ile can alan da bir genç, bir öğrenci... Üstelik hukuk öğrencisi. Okulu bitirip hak-hukuk dağıtacaktı!
Okul arkadaşını göğsünden bıçaklayan ortaokul öğrencisinin haberi de dün düştü haber bültenlerine...
Ana okulunda ya da kreşte görevli çullanıyor bebeklerin üstüne, hastanede hasta bakıcı dayak atıyor yaşlı yatalak hastaya...
Ne oluyoruz?
Bizim kültürümüzde şu vardı:
“Horasan’dan Kudüs’e kadar bir insanın ayağına taş değse diken batsa senin canın acımalı.” (Ebü’l Hasan Harakani)
Bizim kültürümüzde şu vardı:
“Dünyada bir kişi üşüyorsa sen ısınma hakkına sahip değilsin.” (Mevlana Celaleddin Rumi)
Ne oldu bize?
Geçen yazdım, Karaman’da Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerine “Tıp Ahlakı”nı anlatırken en başa “Şefkat”i koyun.
Hukuk öğrencilerinin ilk öğrenmesi gereken şey nedir ki, “Can masuniyeti” değilse?
İnsanlığın ıskalandığı bir dünyaya doğru gidiyoruz.
İnsan insanlığı ıskalamaya doğru gidiyorsa, değme canavarın yapamayacağı tasarlanmış cinayetler çağına yol alıyoruz demektir.
TV’lerde yemek yarışması programlarına denk geldiniz mi?
Gencinden yaşlısına kadınından erkeğine üç kuruşluk ödül için insanların nasıl bir değer aşınmasının içine yuvarlandığını görebiliyorsunuz.
Yeter ki paylaşma diye bir şey söz konusu olmasın, en masum insanın içinden bir canavar çıkıveriyor.
Siyaset dilimizde “İhanet” en başat söylem değil mi?
***
Geçenlerde, alzheimer’in söz konusu edildiği bir programa denk geldim bir kanalda.
Annesi alzheimer olan bir genç kız, “Şimdi ben anne oldum, o benim kızım” dedi.
Kendi annemin o günlerinde kız kardeşlerimin annelerine annelik yaptığını hatırlıyorum, “İşte o”ydu bizim olan.
Engelli öğrencisine kaynaşma sınıflarında emek veren öğretmenlerin sabrı, şefkatidir bizim olan.
Ömür süresi uzuyor, yaşlı oranı artıyor, yaşlılık hastalıkları çoğalıyor... Buna mukabil çekirdek aile bile neredeyse zaman dışına düşüyor. Yalnızlık-teknoloji ile gelen başka pek çok boyutu da var ama- insanın boğuşacağı en büyük dert haline geliyor.
Ne olacak yaşlı insanların hali?
Huzur evleri, bakımevleri mi?
Ya ekonomik durumu müsait değilse?
İnsana özlem ne olacak? Evlatlarla ilişki ne olacak?
Ekonomik zorluklar, sosyal dağılışlarla şefkati, fedakarlığı, merhameti, öz olarak insanlığı ne yapacağız?
Yüreklerde sevginin kuruduğu bir zamanı yaşıyoruz. Altta kalanın canı çıksın, zamanı.
Bir toplum, dünya, üçüncü sayfa haberlerinin her gün biraz daha okunamaz boyuta ulaştığı bir insanlık kaybına nasıl tahammül eder?
Mevlana’nın, Ebu’l Hasan Harakani’nin yukarıya aldığım sözleri ne kadar “naif” kalıyor değil mi?
Nereden nereye gelmişiz?
Bu tür olayların bizi ürpertiyor olması, haber bültenlerinde hala kötülük örneği olarak sunulması, gene de hâlâ belli duyarlılıklarımızın bulunduğunun, iyi hallerimizin tamamen sıfırlanmadığının göstergesidir. Bir hamle yapılabilir, demektir.
Kendi kendimizi, insanlığımızı, insanın kişiliğinin oluştuğu bütün mecraları yeniden gözden geçirmek zorundayız. Değilse çocuklarımızı, kendimizi tanıyamayacağımız hallerin içine düşmek işten bile değildir.