Yeni bir kamplaşma alanımız var: Hayvan hakları kamplaşması…
“Ötanazi”ye, yani kitlesel öldürmelere kadar tartışıyoruz. Komisyondan kavgalarla geçti, genel kurulda ne olacak göreceğiz.
Bizde yasalar üzerinde Meclis’te kavgalar olur, ama bu defaki fazla oldu, hayvan severlerin komisyonu basması gerçekleşti. Gerilimin genel kurulda da devam etmesi beklenir, kaldı ki, yasa çıksa kim uygulayacak sorusu da beraberinde pek çok soruyu ve özellikle CHP’li, MHP’li, hatta Ak Partili belediyelerden bir çok itirazı getiriyor. İnsani duyarlılıkla başıboş hayvan sorununu kim çözecek, insaniliği aşan boyutta uygulamalara kim cesaret edecek ve bu sırada “hayvan hakları savunucuları”yla nasıl bir gerilim yaşanacak?
…..
Normalde bizim kültürümüz “hayvan dostluğu” üzerine kuruludur. Göçebesiniz hayvanla dost olmak zorundasınız. Çiftçisiniz dostça bir iklim oluşturmalısınız. Köpekler kimi zaman can yoldaşı olurlar. Bir çobanı köpeksiz düşünmek mümkün mü? Atları tımar edersiniz, seversiniz. Kuzular, yeni doğmuş buzağılar çocuklarımızın isim takarak kendilerine yakınlaştırdığı hayvanlardır. Dövmek, sövmek gibi davranışlar evet vardır ama dövenler sövenler kınanır.
Kuş evleri yapmışızdır cami duvarlarına… Göç ederken yaralanan leyleklerin kanatları tedavi edilmiştir.
Rahmetli Mehmet Haydaroğlu beyi hatırlıyorum. Evleri Beşiktaş’taydı ve o her sabah, kasabından aldığı et – sakatat parçalarını Yıldız Koruluğundaki kedilere köpeklere ulaştırmayı “vird” haline getirmişti. Yani bir sûfi olarak adeta teheccütten sonraki zikirlerinin parçasına dönüştürmüştü.
Böyle pek çok insan vardır sokak kedileri – köpeklerini beslemeyi günlük gönüllü görev olarak yapan.
Sokakta yaşayan insanlarımızın ekmeğini paylaştığına tanık olursunuz kimi zaman…
Burada Peygamberimizin uyarılarını hatırlamamak olmaz. Dövmeyi, sövmeyi, ağır yük yüaklemeyi, hayvan üzerinde binmiş iken sohbet etmeyi yasaklamış mesela. O günün insanı için zamn ötesi terbiye kuralı bunlar…
Hele o Mekke Fethi yürüyüşünde ortaya koyduğu hassasiyet tam O’na özgü bir yücelik göstergesidir:
Ordu yürüyor, yolda yeni yavrulamış bir köpeğin yavrularını emzirdiği görülüyor. Rasulullah, orduyu onları rahatsız etmeyecek bir uzaklıktan geçiriyor. Bu tam böyle mi yaşandı, bu rivayet var ve ben tam Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in insan güzelliğinin bunu gerektirdiğini düşünüyorum.
Bu kültür zeminimiz var da, zaman zaman insanlara bile olmak üzere -ve tabii ki hayvanlara karşı da- “hayvandan daha aşağı” larda davranış sergileyenlerimiz de var.
Doğrusu devlet olarak da insan hakları sorununu henüz halletmiş değiliz. “İhlâl dosyamız” bir hayli kabarık.
“Başıboş köpekler” diye bir sorun var elbet. Yer yer “köpek çeteleşmeleri”nin bile olduğu görülebiliyor. Böyle ortamlarda, çocukların güvenliği öncelikli olmak üzere savunmasız herkesin güvenliği önem taşıyor.
Tedbir alınmalı kesinlikle.
Belki “köpeklerin saldırganlaşması”nın sebepleri öncelikle ele alınmalı. Hastalık taşıyıp taşımadıkları gözden geçirilmeli.
“İnsanca” bir tutum öncelenmeli. Kendi insanlığımızı unutmamalıyız. Bazan birbirimize karşı unuttuğumuz insanlığımız, diğer canlılara karşı da devreden çıkarsa, başka bir varlığa dönüşürüz.
Şu andaki siyasi kamplaşmada, “muhafazakâr” diye nitelenen iktidar cenahı, sanki daha katı rol üstlenmiş gibi duruyor. Sanki muhalefet iktidarın elinden hayvanları kurtarıyormuş gibi bir görüntü. Bu görüntü muhafazakârlığın kültürel kodlarıyla çelişiyor. Hoş, benim bu uyarım bile süregelmekte olan hak ihlalleri konusundaki duyarsızlığa bakarak çok “naif” karşılanabilir.
Bence herkes bu konuyu tartışırken de İslam’daki “Kul hakkı” hassasiyetinin “Hayvanlara karşı davranışlar”ı kapsayıp kapsamadığını bir kere daha düşünmeli.
İZİN: Bir süre izin kullanmak istiyorum. Kısa zaman sonra yeniden buluşmak dileğiyle.