Ortadoğu’da İslami hareketlerin siyasi alanda yükselişe geçtiği günler. İran’da Humeyni bir halk hareketiyle Şah’ı devirip “İslam Devrimi”ni gerçekleştiriyor, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi iktidar adayı oluyor, Türkiye’de Refah Partisi…
Batı’daki tartışma konusu şu: Bu hareketlerin iktidar olmasına fırsat verilmeli mi?
Deniyor ki: Bunlar iktidara geldiklerinde demokrasiye son verirler, bu durumda demokrasi, demokrasiye son verecek gelişmelere izin vermeli mi?
Bir kesim “Hayır, diyor, demokrasi kendisine son verecek hareketlere yol veremez, bu hareketler -halk destekliyor- gerekçesine itibar edilmeksizin bir şekilde önlenmeli.”
Türkiye’de yüzde 22 oy alan Refah Partisi, bu görüşün Yargı’daki uzantıları tarafından “Yakın tehlike” kapsamına alınıyor ve iktidardan düşürülüp kapatılıyor. Malum post-modern darbe, 28 Şubat süreci.
Cezayir’de İslami Selamet Cephesi’nin yereldeki başarısının merkezi iktidara yol açmasını önlemek için doğrudan darbe yapılıyor, İslami Selamet Cephesi kapatılıyor vs… Cezayir’in iç savaşa sürüklenmesi ve binlerce insanın ölmesi pahasına.
İşte o dönemde Graham Fuller – İan Lesser ikilisi Kuşatılanlar -İslam ve Batı’nın Jeopolitiği ismiyle yayınlanan çalışmalarında Batı dünyasına yeni bir bakış açısı sunuyorlar.
Diyorlar ki mealen: Bırakın siyasal İslam iktidara gelsin. Ülke sorunlarıyla yüzleşsin. Bu hareketlerin hiçbiri sorunları çözmeye hazır değil. Sorunlarla karşı karşıya gelince çözümsüz kalacaklar ve itibar kaybına uğrayacaklar.
Türkiye’de Ak Parti iktidara geldi. Her ne kadar başlangıçta “Milli görüş gömleğini çıkardık, Kur’an’ı referans almayacağız” gibi açıklamalarla “Siyasal İslam’la araya mesafe konduğu” izlenimi verildiyse de, sonuçta kurucu kadrolar Refah kökenliydi ve dindar kimlikleriyle tanınıyorlardı.
Sonra Arap Baharı ile Mısır’da, daha demokratik vurgu ile Tunus’ta İhvan iktidarı oluştu.
Acaba bunlar ve en son olarak Afganistan’da Taliban’ın iktidara gelişi, Fuller ve Lesser’ın önerdiği gibi, hem kendi toplumlarına, hem tüm dünyaya, İslam’dan yola çıkan siyasi iktidarlar için bir deneme dönemini mi işaret etmektedir?
Tabii ki, “Toplumlar İslam toplumları, bu hareketler arkalarına halk desteğini alıyorlar, bunları engellemek de demokrasiye aykırı, Batı ne hakla İslam ülkelerindeki siyasi gelişmelere yönelik tanzim hakkını kendinde görüyor?” gibi bir çıkış yapılabilir. Fuller – Lesser’ın tezi, Batı’ya yönelik “çaresizlikten kaynaklanan” bir stratejik yaklaşım teklifi olarak görülebilir.
Ancak, her siyasi ideoloji ve hareket için iktidarın bir deneme alanı olduğu tespiti doğrudur.
Söz konusu olan İslam’la bağlantılı bir siyasi hareket ise, kendisi ile birlikte İslam’ın tezlerini de “deneme alanı”na sokacağını dikkate almak gerekiyor.
1979’ları hatırlarsak, “İran İslam devrimi” mesela Türkiye’de epeyce bir heyecan oluşturmuş, “İrancı” diye tanımlanan bir çevre meydana gelmişti.
Şu sıralar Afganistan ve Taliban olayı, belki önemli kısmı “Amerika’yı yenme” söylemleriyle karışık bir heyecan uyandırıyor.
Türkiye’de Tayyip Erdoğan ismi etrafında bir “İslami misyon” oluştuğunu söylemek de yanıltıcı olmaz.
Mısır, Tunus’ta durumlar karışık.
İslam ülkelerinden, İslam toplumlarından söz ediyoruz. İslam coğrafyası söz konusu.
Buralarda asırlarca, İslam’ın bir ölçüde belirleyici olduğu yönetimler yaşamış.
Sonra bir yenilgi ve sömürgeleşme süreci gelmiş. Sonra görece -yani sınırlı- bağımsızlıklar kazanılmış. Bu dönemde, halkların zihniyet dünyası da önemli ölçüde etkilenmiş.
Bu yeni dönemde “İslam – Toplum – Siyasal yapı nasıl şekillenecek?” sorusu yaşanan sancıların odağına yerleşmiş.
Daha dindar kesimlerin “İslam’dan yola çıkan” hareketlerin iktidar oluşlarından heyecan duyduğu açık.
Ama bu toplumlarda farklı İslam algılarının oluştuğu ve “İslam adına” yapıldığı ifade edilen uygulamalara “yukardan aşağıya İslamlaştırma – Halk İslam’ından farklı İslam telkini” algısı sebebiyle tepkilerin oluştuğu da bir vakıa.
Bunun yanında, iktidar olgusu, sadece İslam – Toplum alanındaki ilişkileri değil, ekonomiden sosyal hayata tüm insan ilişkilerini etkiliyor. Bunun sonucu, tüm alanlardaki başarısızlıkların ya da kötü yönetimin İslam’la ilişkilendirilmesi gibi bir durum otaya çıkıyor.
Şimdi bakıldığında 1979’un ülkemizde de esen “İran İslam devrimi heyecanı”ndan eser kalmadığı görülüyor. Acaba neden?
Afganistan – Taliban heyecanına dair ne denmeli?
Türkiye’de dindar kadroların iktidarının İslam-Toplum ilişkisine nasıl yansımaları olduğunu araştırmak gerekir mi?
İslam evrensel bir mesaja sahipse -ki öyledir- İslam’ın iktidar uygulamalarıyla görünür hale gelmesinin, dünyada nasıl bir İslam algısı oluşturduğuna bakmak gerekir mi?
Bu durumda ortaya “kim bakacak?” sorusu çıkmıyor mu? Hiç olmazsa Taliban konusu, bizim İslami ilim muhitleri için heyecandan ziyade teyakkuz konusu olmamalı mı?