"Cumhurbaşkanı ve bakanlar, enflasyonu durduracaklarına meydanlara çıkıp ya da esnaf gezip, bu arada muhalefeti suçlayıp belediye seçimleri için propaganda yapıyorlar” tarzındaki eleştiriye büyük hak veriyorum.
Hakikaten, mesela İstanbul’da sokağa yansıyan kent yoksulluğuna baktıktan sonra, Cumhurbaşkanı’nın kendine has üslupla meydanlarda yaptığı tiratlar boş geliyor. Güçlü bir ses tonuyla konuşuyor ama toplum beklentileri açısından bakıldığında içi boş sözler söyleniyor.
Sonra iktidarın başkan adaylarının, söz gelimi Murat Kurum’un ya da Turgut Altınok’un “Bizi başkan yaparsanız emekliye şunu, dar gelirliye bunu vereceğiz” tarzındaki söylemleri de söz meclisten dışarı ama, halkı aptal yerine koyma anlamına geliyor. Hiçbir politik tavrı olmayan, diyelim ucuz ekmek, ya da et kuyruğunda bilmem kaçıncı kişi olarak sıraya girmiş insanlar bile, “Gelin bir kere de siz gece yarısı sıraya girin, ya da bize verilen maaşlarla bir hafta geçinin” diyerek ortadaki absürt gerçeği haykırıyorlar.
Ağlıyor insanlar. Öfkeli insanlar. “Utanıyoruz, ya da bizi bu hale getirenler utansın” diyorlar. “Bunca yaşıma geldim böylesini görmedim” diyorlar.
Üstelik yarın daha iyi olacaklarına dair ümit taşımıyorlar.
Emekli ümit taşımıyor, iş arayan genç ümit taşımıyor…
İktidar mensupları, onlarca tv kanalına çıkıp, üstten üstten konuşmuyor, muhalefet için ağzına geleni söylemiyor mu, bu da geçim derdi ile bunalan insanları çıldırtıyor.
Çıldırtıyor çünkü, hem yaşanan tüm bunalmışlıklardan sorumlu olup hem de hiçbir sorumluluğu üstlenmeden “yarınlar için ahkam kesme” pozisyonunda olmanın getirdiği atmosfer, tam bir gelecek kararmasına yol açıyor.
Soru şu: İktidarın arkasında duran toplum kesimleri, kitlelerin yaşadığı şu hayat pahalılığı canavarından hiç mi etkilenmiyorlar?
Bu söylenemez. Evet, iktidarın “nimetleri”nden istifade edip küpleri dolduran bir kesim var, epeyce de geniş bir kesim bu, hani şu lüks mekanları dolduracak, lüks araçları satın alacak kadar… hatta iktidarın bir yerine yanaşmış olup da “kul hakkı” hassasiyeti gereği yükünü tutmayan az sayıda kişi varsa, onları da diyelim çocukları “Yaaa baba yıllarca iktidarın orasında burasında bulundun ama hayat şartlarımız çok çok değişmedi, niye ki?” diye sorguluyorlar.
“Namuslu” filmi var ya hani Şener Şen’in… “Namuslu”ların bile “Namussuz” diye suçlanabildiği iklimler olabilir bizim türümüz toplumlarda…
Ekonomi profesörü Selva Demiralp, bir değerlendirme yapmış. Gelecekten çok endişeli sayın profesör. Şu an Cevdet Yılmaz - Mehmet Şimşek – Fatih Karahan’dan oluşan ekonomi kadrosunun politikalarının karşı karşıya bulunduğu tıkanmaya işaret ediyor. Halimizi şöyle anlatıyor:
“Enfeksiyon bütün vücuda yayıldığında antibiyotik dozu yüksek de olsa yetmeyebilir. Peki ya daha fazla doz artışını da bünye kaldırmazsa? İşte zorluk tam da burada devreye giriyor. Faizi yeterince artırsanız ekonomide ciddi bir yavaşlama olacak, artırmasanız enflasyon yüksek seviyelerde yapışacak.
Merkez Bankası’nın işi çok zor. Ama zaten esas sorun enflasyonun bu kadar kontrol edilmez seviyelere çıkmasına izin verilmesi değil miydi?”
Evet, “enflasyona izin verile verile” bu noktaya gelmiş Türkiye. Nasıl gelmiş? Sorumluları kim? Dünkü politikalardan “Ekonomist!” olarak kendini sorumlu gösteren diyelim sayın Cumhurbaşkanı, kendi çizgisiyle taban tabana zıt bir politikaya nasıl göz yumdu ve arkasında duruyor? Soralım: Bu politikanın nereye gideceğini gerçekten öngörebiliyor mu, yoksa dün diyelim Berat Albayrak’a veya Nurettin Nebati’ye emanet edildiği gibi, bugün de Şimşek ve birlikte çalıştığı ekibe mi emanet edildi ekonomi?
Şimşek ve birlikte çalıştığı ekip, mesela şu kuyruktaki insanlar için ne diyor? Murat Kurum için meydana çıkıp el kaldıracağına, orta gelir grubundan bir hanımefendinin önüne tutulan mikrofona, “Fakir oldum” gibi bir cümle kurmasını nasıl cevaplıyor?
Sabah tv yayınında bir ekonomi profesörü, “Dünyanın en büyük havaalanını yapıyoruz, diyoruz, en büyük köprüyü yapıyoruz, uzaya adam gönderiyoruz…. Peki ama böylesine büyük işler yapan ülke, neden emeklisinin karnını doyuramıyor, büyük ülke böyle mi olur?” diye soruyor.
İnsanlar arabasının modelini yenileyemiyor, cep telefonu alamıyor, bilgisayarı bozulsa tamir bile ettiremiyor… Kiracı için ev değiştirmek çılgın proje…
Evet, halkın “Çılgın projeleri” çok çok değişti. İktidarın bir yerlerinde hâlâ saklı bir çılgın proje olarak “Kanal İstanbul” duruyor. Orada içerinin - dışarının işbirliği yaptığı yeni zenginlikler oluşacak belli ki…
Halkın kaahir (inceltme ile değil - bir tv sunucusuna not) ekseriyeti ise, yarın kaygısı ile boğuşuyor…
Ramazandayız arkadaşlar, Allah aşkına, Ramazandayız. İftar sofrasında ne olsun? Peynir olmasın, zeytin olmasın… Hurma olmasın… Ne olsun? Yaşasın halk ekmek!
Dünyada en çok ekmek tüketen ülkelerin birinci sırasında imişiz… Bu malumdu da, gene de açıklanmasında yarar var. Belki birileri, dünya çocukları ile yarışma noktasında bu ülkenin çocuklarının da protein ihtiyacı olduğunu hatırlar…
Ucuz et ve ekmek kuyruğunu ziyaret eden bir devlet yetkilisi görünceye kadar, bu feryadı duyurmaya devam edeceğim.