“Her şey ‘Yüzde 50 artı 1’ in başının altından çıkıyor” dense yanlış olmaz.
Bir anlamda “tüfek icat oldu mertlik bozuldu.”
Öyle “Ben en yüksek oy alan partiyim, birinci partiyim” gibi burnundan kıl aldırmayan fiyakaların hükmü yürümüyor. “Artı 1” basbayağı “Artı 1” demek ve o “1”i kim bulacaksa ipi o göğüsleyecek.
İki ittifak oluştu kaçınılmaz olarak. Önce Cumhur İttifakı oluştu. O parlamenter sistemde her halükârda hükümeti kurabilme imkânına sahip olan Ak Parti’yi MHP ile ittifak yapmaya zorladı. O MHP, “Tekeden süt çıkar Tayyip Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmaz” diyerek geliyordu. Birdenbire Bahçeli, “Fiili olanı hukuki hale getirelim” diyerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok istediği “Çok çok çok yetkili Cumhurbaşkanlığı” sisteminin kapısını araladı. Bir anlamda da Erdoğan’ı kendi desteğine muhtaç hale getirdi. Bu arada da Ak Parti’nin fabrika ayarlarında MHP’ye doğru bir değişme gerçekleşti. Sonra Perinçek boyutu eklendi, biraz örtülü biçimde.
Ancak şu seçimde Bahçeli’nin desteği yetmiyor. Niye? Çünkü oy kayıpları yaşandı. “Çok çok çok yetkili Cumhurbaşkanlığı” modeli, 5 yıllık ilk uygulamasında “Tek Adam”ın her şeyi belirlediği, ama bu arada “Talimatsız işlemeyen” bir sisteme dönüştü. Oylar düştü. Karşıda da bir “İttifak” oluştu. “Karşıdaki ittifak” a geçmeden, “Yüzde 50 artı 1”in Cumhur İttifakı’nı getirdiği yere bakmak lâzım. Önce Hüda-Par ile ittifaka girişildi. Ardından Yeniden Refah Partisi (YRP) potaya dahil ediliyor.
Yakın zamana kadar analizlerde, Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki fark, “Benzerlerin ittifakı” ile “Benzemezlerin ittifakı” şeklinde ortaya konmaktaydı. “6 Benzemez” söylemi, Cumhur İttifakı cenahından karşı ittifaka yönelik eleştiri niteliğindeydi.
Ak Parti ile müttefikleri, MHP ve Büyük Birlik kendilerini “Benzer” nitelikte görüyorlardı. Muhtemelen “milliyetçi muhafazakârlık”ta uzlaşılmıştı. Şimdi oraya Hüda-Par ile Yeniden Refah da ekleniyor. Ne dersiniz, onlar da “benzerlik” çerçevesine kolayca dahil edilebiliyorlar mı? YRP Genel Başkan Yardımcısı Doğan Aydal, “Ak Parti’ye 30 maddelik şart sunduk hepsi kabul edildi” dedi. Acaba MHP’nin o şartlar üzerinde bir değerlendirmesi oldu mu? Acaba Hüda-Par kaç şart sundu da onlar kabul gördü? Aslında Kürt meselesi konusunda “siyasi amaçlar” noktasında Hüda-Par ile HDP arasında bir fark yok. Onlar nasıl karşılandı? Ayrıca Hüda-Par’ın bir de kolay savunulamaz “Hizbullah bagajı” var. Herhalde o mesele, “Artı 1 için İttifak’ın hayatî önemi” yanında pek dikkate alınmamıştır! Perinçek’in isyanı dışında.
Anlaşılan o ki, YRP’nin yaptığı gibi içinde iç politika, dış politika, ekonomi, en kritik sosyal düzenlemeler bulunan 30 maddelik bir program sunuyorsunuz, hepsine adeta “Onlar kolay mesele hele birlikte olalım” türünden cevaplar veriliyor. Ve siz de “Şartlarımız kabul edildi” diye ittifaka soyunuyorsunuz. Cumhur İttifakı’nın sıkışmışlığının ürünü mü bu, yoksa diğer partilerin “benzerlik” adına buluştukları noktanın içinin boşluğunun mı? (Nitekim Doğan Aydal’ın sözünü ettiği 6284 uzlaşması ertesi gün Derya Yanık ve Binali Yıldırım tarafından yalanlandı) Seçime varıncaya kadar bu ittifak genişlemesinin içinden daha epey farklı ses duyacağımız kesin. Sonunda birileri “Kendim ettim kendim buldum, helâllik istiyorum” derse de şaşırmamak gerekiyor.
ÖTEKİ CENAHA GELİNCE…
Öteki cenah, yani “Millet İttifakı”na gelince, orası yola “Farklı toplumsal damarların buluşması” teziyle çıktı. Evet, onlar da önlerinde “yüzde 50 artı 1” gerekliliğini görüyorlardı. Güç birliği yapmaları gerekliydi. Farklı toplumsal tabanları temsil ediyorlardı. Bir araya gelmeleri kolay değildi. Çıplak bir “siyasi hesap” dışında Bir “Felsefe” lazımdı. “Toplumsal barış” Türkiye’nin aradığı bir şeydi. Acaba siyasi hesapla bu toplumsal barış arayışı birleşebilir miydi?
Öyle bir misyonla tarif ettiler buluşmalarını. Konuştular, konuştular, binlerce sayfalık metinler hazırladılar… Mutfak çalışmaları iyi gitti. Demek yelpazede farklı renkler de olsa, ülke meseleleri denilince uzlaşılabiliyordu. En son “Adaylık” belirlemesinde birkaç günlük bir kıyamet yaşadılar. Sonra “O badireyi atlattık, güçlendik” diye düşündüler. Halen alacakları bir hayli yol var. “Toplumsal barış”tan söz edilecekse, kuşatılması gereken başka toplum kesimleri de var. Ayrıca, karşı ittifakla da savaş diliyle konuşmamak gibi bir hassasiyet gerekliliği var. “Çatışma dili”ne göre dizayn olmuş ve “derin fay hatları” bulunan bir siyasi zeminin içinden “barış dili” üretmek kolay da değil. Yine ayrıca siyaset alanı, steril bir nitelik arz etmiyor, nerede ise kardeşin kardeşe gardını aldığı bir alandan söz ediyoruz. Hesaplar, liderlerin kafasında durduğu gibi durmayabilir.
Yüzde 50 artı 1. Farklılıkları buluşturan sihirli bir araç mı, yoksa en problemli yapılara pazarlık gücü kazandıran bir mekanizma mı? Deniyoruz, ama Türkiye üzerinde deniyoruz. Allah’tan hayırlısı…