Hasarın boyutları

Ahmet Taşgetiren

Bosna savaşının sıcak günlerinde Bosnalı Müslüman Kadınlar Derneği Başkanı Amine Şilyak hanımın bir sözünü okumuştum:

-Savaşta her şeyin değeri değişiyor, diyordu. Bizim evlerimizde güzel mobilyalar vardı mesela. Savaş sırasında yakacak bir şey kalmadığında onları yakmaya başladık. Sonra her şey bitti. Bir gün evimize bir misafir geldi. Bizde misafire kahve yapmamak olmaz. Kahveyi yapmak için sobaya orijinal Adidaslarımı atıp yaktım. Orijinal Adidas’la yapılan kahvenin tadına doyum olmuyor.

Okuduğunuzda gülümsüyorsunuz. En çetin şartlar içinde bile çare bulmak… işte insanın moral gücü, ruh diriliği budur.

Zor şartların içinden geçiyoruz. Virüs salgını, tıpkı savaş ortamı gibi, hayatın pek çok yerinde hasar bırakıyor. En başta sağlık şüphesiz, ama yan etkileri de ondan kalır değil. Bir gün olur, yan etkiler şu anki akut problemler kadar tahrip edici olur.

Projektörü nereye tutsanız, oradaki hasarın boyutlarını görüyorsunuz.

Ölüm oldu mu, o her şeyin önüne geçiyor. İnsanı en çok ölüm alarma geçiriyor. Onun için bir ölüm oldu mu ardından kaç ölüm gelir tedirginliğine düşüyorsunuz. Bir “vak’a” tespit edildi mi, bunun kaç “vak’a”nın habercisi olduğunu düşünüyorsunuz.

Ölüm tedirginliği hemen projektörü, risk alanlarına çevirmeyi gerektiriyor. Yaşlılar diyorsunuz, bağışıklık sisteminde zaaf olanlar diyorsunuz…

Doktor diyorsunuz, aşı diyorsunuz, ilaç diyorsunuz, hastane, yoğun bakım ünitesi, karantina, bilim ve organizasyon diyorsunuz.

Aaaa, demek ki fizik, kimya, biyoloji lazımmış, diyorsunuz. Üniversitelerde öğretmenlik hakkı verilmeyen temel bilimler bölümüne ilginin azalması aklınıza geliyor.

Hasar, birdenbire sağlık alanından ekonomi alanına geçiyor. Salgınla gelen bulaşma riski, ülkeler arasında da ülke içinde de toplumsal hareketliliği asgariye indiriyor. İthalat, ihracat, turizm, alışveriş kısıtlanıyor. Tüketim – üretim ilişkileri allak bullak oluyor. İster toplu bir arada bulunuşların salgını artırma tehlikesinden isterse, tüketim – üretim ilişkilerinin allak bullak olmasından dolayı çalışma hayatı sarsılıyor. İnsanların toplu bulunduğu yerler kapanıyor. Zaten büyük bir sorun olan işsizlik, salgın ile birleşince toplumsal bir kâbus haline geliyor.

Şu an, salgınla bağlantılı olarak işini kaybeden işçi ve işyerinin akıbetinin ne olacağını bilemeyen küçük – büyük işyeri sahibinin sayısı, virüs kapmış insan sayısından kat kat fazla desem yanlış olmaz. Ve tüm bu insanlar için akut sorunun “yarın kaygısı” olduğu açık. Halen işini kaybetmeyenler için de aynı “yarın kaygısı” ağırlığını hissettiriyor.

Nerede duracak, ya da ne kadar bir zamana yayılacak bu hasar süreci o da bilinmiyor.

Devlet tarafından alınan tedbirlerin hangi toplum kesimine hangi ölçüde ulaşacağı ya da ulaşabileceği de belirsizlik içeriyor.

Cezaevleri henüz kamuoyu gündemine yeterince gelmiş değil. 220 bin kapasitesi bulunan cezaevlerinde 300 bin insan olduğunu, insanların yatakları nöbetleşe kullandığını biliyoruz. O yüzden infaz düzenlemesi ile bu sayının düşürülmesi amaçlanıyordu. Salgın o konuyu gündemden düşürdü ama aslında salgının tam da gündeme getirmesi gereken konuların başında geliyor cezaevleri. Okulları tatil ettik, çocuklar arasına mesafe koyamadığımız için. Cezaevlerindeki kaçınılmaz birliktelik için ne yapılacak? (Dün, Sözcü’de Emin Çölaşan’ın sütununda cezaevi gerçeğini ortaya koyan bir mektup yayınlandı) Dileyelim oralardan salgın haberleri gelmeden tedbir alınsın.

Salgın sürecinde derin bir hasarın da ahlâk alanında ortaya çıkma ihtimali çok yüksek. Bencilliğin tavan yapması da ahlâki erozyon işaretidir, karaborsa ve fiyatlarla oynamak da, yalan haber yaymak da…

Yaşlıları, zayıfları gözden çıkarmak, hasta seçmek de, böyle zamanların ahlâki hasarları arasındadır.

Salgın ortamı, paniği ve toplumsal savruluş ortamına dönüşme riskini beraberinde getirir. Bu da tedirginlik doğurur. Disiplin aranmaya başlar. Disiplinin uçlarında ise otoriter yönetim vardır. Zihinlerde otoriter yönetim ile sağlıklı organizasyon arasındaki mesafenin iyi ayarlanması gerekir. Otoriter yönetim arayışı, böyle dönemlerin en derin hasarını oluşturur.

Paniğe kapılmamalı, her halükârda insanlığımızı korumaya itina etmeliyiz. Tedbirleri almalı ama nihai planda “Bu da geçer, ya Hû” diyebilmeyi başarmalıyız.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (28)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.