Seçim sonuçlarını etkileyen önemli unsurlardan birisinin “Gazze’de işlenen bütün cinayetlere ve iktidarın, özellikle Tayyip Erdoğan’ın bütün güçlü söylemlerine rağmen İsrail’le ticaretin devam etmesi” daha da önemlisi bu ticaret kapsamında “stratejik maddelerin de yer alması” olduğu açık. Son son buna “jet yakıtı” gibi herkesin öfkesini burnuna getiren malzemelerin de eklenmesi işin tuzu biberi oldu denebilir.
İktidar başlangıçta sessiz kaldı. Kendisine yakın medyaya “yok böyle bir şey” gibisinden kulisler akıttı.
Ancak, hakkını teslim etmek lazım, Metin Cihan isimli bağımsız gazeteci, İsrail’le ticaretin yapıldığı gemilerin konşimento numaralarını ve taşınan yükleri belgelemeyi başardı.
Sonra iktidar cenahı, Filistin’e gönderilen yardımların da İsrail üzerinden yapıldığını, “Ticaret” denen şeyin bu olduğunu açıkladı. Bunun anlaşılır bir yanı vardı, ama belli ki ticaret ondan ibaret değildi. Öyle bile olsa, Gazze’de katliamın devam ettiği bir sırada İsrail’le böyle bir ilişki, hele farklı bir duyarlılık beklenen, zaten söylem planında “en üst dili” benimseyen iktidar için bu ciddi bir inandırıcılık sorunu ortaya çıkarmaktaydı.
İktidar cenahı bir de “Ticaret varsa bile bu özel şahısların önceden yaptıkları bağlantıların sonucudur, devletin bir ticareti söz konusu değildir”i kamuoyuna sufle etti. Ama onun ardından da Metin Cihan tamamı, en başında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı Varlık Fonu bünyesindeki “Eti Maden’in İsrail’e bor madeni sattığı”nı belgeledi.
En son gelinen noktada ise Ticaret Bakanlığı, “İsrail ile yapılan ticarette 54 maddeye sınırlama getirildiğini” açıkladı. Başlı başına bu olay, “problemli bir ticaret”in var olduğunun belgesiydi. Buna bir de Nihat Zeybekçi’nin “Ticaret başka bombardıman başka” sözünü eklersek, oralarda bu işe nasıl bakıldığı daha iyi görülür.
Demek ki hiçbir şey yoksa bile bir şey vardı.
Ve seçmen buna inandı, hesabı da kesti.
Belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimde “Partisi”nin aldığı mağlubiyetten çok rahatsız oldu, Bunda ekonomin, seçmenin sandığa gitmemesinin etkili olduğunu biliyor ama sandığa gitmemenin de özellikle “İsrail’le ticaret” ve “emekliye bir şey vermemek”le alakalı olduğunu da biliyor.
Son grup konuşmasına bakıldığında ekonomiye tepkiyi, emeklilerin isyanını anlıyor, ama Filistin konusunda kendisine, iktidarına yönelen tepkiyi kabullenemediğini ortaya koyuyor.
Bir manada “Filistin ile ben yahu!” diyor, bu konuyu her platformda dünya gündemine getirdiğini, bedelini de ödediğini” ifade ediyor.
Ben, bu konularda duyarlı bir yazar olarak, Erdoğan’ın “One minute” sembolleşmesi de dahil, Filistin için, mazlum İslâm coğrafyaları için sesini yükselttiğini kabul etmenin bir hakşinaslık olduğunu düşünürüm. Başlangıçta “Milli görüş gömleği çıkarıldı” ama, bu ne Tayyip Erdoğan’ın ne de onunla birlikte yola çıkanların bu konulardaki hassasiyetini ortadan kaldırmadı. Bence, Batı ile ilişkilerin çok önemsendiği zamanlarda bile bu duyarlılık derinlerde var olmuştur.
Batı ile ilişkilerin gerildiği zamanlardan buyana ise, Tayyip Erdoğan’ın “Milli Görüş gömleğini çıkarmadığı zamanlara” döndüğü söylenebilir. En azından Gazze gibi, nerede ise “devletler planında” tüm Batı’nın (birkaç istisnayı gene de görelim) İsrail’in yanında hizalandığı bir vahşet – soykırım olayında Tayyip Erdoğan, en yüksek itirazın sahibi olmuştur.
Başından beri “Hamas”a sahiplenmesi, onu ülkesini savunan bir “mücahitler grubu” olarak nitelemesi görmezden gelinemez. En son konuşmada “Hamas’ı Milli Mücadele’nin Kuvay-ı milliyesine benzetmesi” de, Türkiye’de belli çevrelerin rahatsızlığına bakılırsa bir riski göz alıştır.
Peki burada benim de paylaştığım sorun ne?
Bir: Olay Gazze. Aylardır, savaşlarda bile çocuklara, kadınlara, yaşlılara, hastalara yönelmemesi gereken ölümün, çok sesli bir ölüm halinde insanların üzerine çullandığı Gazze.
İki: Dünyaya meydan okuyan İsrail. Devlet olarak küçük, ama dünya güçlerini arkasında hizalandıran Siyonist bir gaddarlık.
Üç: 2 milyarlık nüfusu ile bu gaddarlığı durduramayan ve bu haliyle zaafı temsil eden İslâm dünyası…
Dört: 2019 dahil, 14-28 Mayıs dahil, şu taze 31 Mart sürecinde dahi, “Bize oy verirseniz Gazze sevinir, Kudüs kurtulur” Gazze’yi, Kudüs’ü, hatta Mekke- Medine’yi seçim malzemesi haline getiren bir Ak Parti, bunun başını bizzat Erdoğan’ın çekiyor olması, Gazze için bir şey yapılacaksa iktidarda olmanın yeteceği bilinmesine rağmen ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu açık iken, “Bakın işte 2 milyarlık İslâm dünyası bir şey yapamıyor” söylemine sığınılması…. Son olarak da şu menhus ticaret! Söylemdeki “samimiyet”i Kaf dağının arkasına götüren bir çarpıklık.
Beş: Söylem planında kalan yüksek dozlar, toplumların gazını almak için de devreye sokulabilir. Bunu en azından Erdoğan için düşünmek istemiyorum.
Altı: Bir yanda, “Çağ atlama”, “Türkiye Yüzyılı”, “Dünya gücü” söylemi, diğer yanda “çok sesli bir ölüme ağıt…” Ben diyorum ki, 22 yılda “Dünya gücü olmak için” başka şeyler yapılabilirdi. Gitti o 22 yıl. Böyle bir “misyon”un İddiaları açısından da gitti. İslâm dünyasında da yıllar böyle böyle gidiyor, herkesin payına da göz yaşı düşüyor. “Eğitimde başarılı olamadık” diyorsunuz ya, işte ona bir kere daha bakın. İnsan sermayesi açısından İslam dünyasının ne halde olduğuna…O alana yatırım yapılmazsa başka yüzyıllar da kaybedilir… Ondan sonra bekle ki bir “Kurtarıcı” gelsin!