Amina Şilyak, “Bosna’da savaş her şeyin değerini değiştirdi, demişti. Yakacak bir şey kalmadığında lüks mobilyaları yaktık. Bizde misafire kahve ikramı çok önemlidir. Bir gün eve misafir geldiğinde yakacak bir şey kalmadığı için Adidas ayakkabıları yakarak kahveyi pişirdim. Adidas ateşinde kahvenin tadına da doyum olmuyor.”
Deprem de öyle bir şey. Ne diyordu bölgeye koşan Masterşef’in Mehmet Usta’sı, “Her şey boş!”
Evet, depremin siyasetin de koordinatlarını değiştirmesi tabii. Böyle durumlarda ilk fatura ülkeyi yönetenlere kesileceği için, ülkenin her şeyden sorumlu yöneticisi Tayyip Erdoğan olduğu için ve seçim şafağı attığı için, öncelikle Erdoğan’ın durumdan vazife çıkarması ve bu bedeli en az nasıl ödeyeceğini, daha ötede siyaset hayatını zaferle sonuçlandırma gibi bir hedefi nasıl yakalayacağını düşünmesi de tabii.
Zaman kısa, hızlı düşünmesi lazım:
Bir: Depremin öncesi ve sonrasına ilişkin sorumluluk söz konusu.
İki: Evi başına yıkılan ve bunun can kayıpları dahil her türlü acısı içinde kıvranan insanlara gelecek ümidi verilmesi lazım.
Üç: Ve bunun 14 Mayıs gibi kısa süre içinde atı alan Üsküdar’ı geçti gibi yapılması lazım.
Erdoğan, en son Adıyaman’daki “helâllik talebi”nin bölge insanın muhafazakâr karakterini de dikkate alarak, hataları resetleyeceğini düşünüyor. Olur mu, olur. Ancak insanlar, bu illeri yöneten Ak Partili yerel kadroların inşaat rantını kontrol ettiği ve bu rant kontrolünün şehirlerin ölümünde ağır vebali bulunduğu kanaatini de silip süpürür mü, bu bir soru.
Erdoğan’ın, deprem bölgesindeki “gelecek belirsizliği”ni okuması beklenirdi. Okudu ve hamle yaptı: “Bana bir yıl süre verin, dedi, evlerinizi yapıp teslim edeceğim.” Bir yıl süre tabii ki seçimi kazanmayı gerektiriyordu. Erdoğan “Bana seçimi kazandırın” demek istiyordu. Ardından sözü icraata geçirdi. Bugüne kadar iktidarın iş birliği yaptığı büyük firmalar öncelikli olmak üzere ihaleler yaptırdı, evleri inşa etmeye başladı.
Bakıyorum herkes şaşkın. Mesela şehir planlamacılar, nerede ise tamamen yıkılan şehirlerin nasıl, nereye ve hangi şehir kimliği içinde kurulacağı belirlenmeden binlerce ev yapımına nasıl başlandığını anlamaya çalışırken, “Atı alan Üsküdar’ı geçiyordu.” Erdoğan bu yaklaşımı seviyordu.
Bu hamleler, öncelikle deprem yaşayan şehirlerde seçimi nasıl etkiler? Halk depreme geliş sürecine yönelik bir hesap sorma eğilimine girer mi, yoksa meseleye “muhalefette henüz bir şey görünmüyor, eldeki kuş, daldakinden önceliklidir” gibi mi bakar? Ayrıca “Bak işte helâllik de istedi, biz bildiğimizden şaşmayalım” gibi bir ideolojik tercih baskın mı çıkar?
Tabii, deprem yaşayan şehir sakinlerinin bir kısmı henüz deprem bölgesinde, önemli bir kısmı da başka illere göç etmiş durumda. Erdoğan’ın seçim hamlelerinin zaman içinde kalanları nasıl, göç edenleri nasıl etkileyeceği de ayrı bir konu. Onlar kendi şehirleri dışında misafir olarak ne kadar kalacaklar, bu kalış, ne tür psikolojik sonuçlar doğuracak ve bu, yarın tercihlerini yani seçimi nasıl etkileyecek, bu da ayrı bir parametre.
Deprem ekonomiyi unutturdu mu, yoksa ekonomideki sakıntıların daha da derinleşmesini mi getirdi?
İnsanların seçimle ilgili değerlendirmesinde ekonomi artı deprem bileşkesi, yıpranma sonucunu mu doğurur yoksa mazeret üretme imkânı mı verir? Bunlar kolay cevaplanmayacak sorular. Benim anladığım iktidar, deprem ve inşaat hamleleri ile ekonomik bunalımın gölgede kalacağı değerlendirmeleri yapıyor.
Hatta ekonomideki sıkıntılar bile iktidar stratejisinde “Deprem oldu böyle oldu, şimdi fedakârlık zamanı” algısına evriltilebilir.
Görünen o ki Erdoğan, muhalefetin hala “Oluşum süreci”ni tamamlayamamış olmasını -adayın belirlenmemesi ve ortak iktidar söylemi oluşturulamaması- halkı “Eldeki kuş – Daldaki kuş” psikolojisi içinde değerlendirme yapmaya sevk etmeye çalışıyor.
“Adam ev temeli atıyor, muhalefet ne zaman ne yapacak?” Vatandaşın önüne konan seçim yemeği bu.
Babacan’ın depremi ekonomik krizle bütünleştirerek “Deprem ile birlikte büyük bir ekonomik kriz çıkabilir. Ben geçmişte kriz çözdüm, yine kriz çözerim” söylemi var.
CHP’nin İstanbul Büyük Şehir’in inisiyatifiyle yürüttüğü hareketlilik var. Merkezi irade, İstanbul’u İBB’ye bile bırakmamaya, burada da Çevre ve Şehircilik bakanlığı ile inisiyatif kullanmaya çalışıyor.
Sonuç olarak, Erdoğan’ın 14 Mayıs hazırlığı, yabana atılır nitelikte değil.
Ancak bir de diyelim statlara yansıyan toplum dili var. O iş, acaba statlarla mı sınırlı, yoksa orası toplumsal öfkenin sınırlı boşalma alanı mı? Maçları seyircisiz oynatmak Bahçeli önerisinin ürünü iktidar uygulamaları olayı doğru okuma – doğru cevap mıdır?