3 Aralık Dünya Engelliler günü...
Görmeyen çocuklara gören bir antrenör olarak basket öğretmek ya da gören çocuklara görmeyen bir antrenör olarak basket öğretmek... Nasıl, tahayyül edebiliyor musunuz?
NTV radyoda “Engelsiz” isimli çok başarılı bir program var. Otomobilimin radyosunda zaman zaman denk geliyor ve dinliyorum. Ayhan Aktaş yönetiyor. Kutluyorum.
İşte o programda, ilk cümlemde söylediğim gerçekten hayret uyandıracak işlere yer veriliyor.
Türkiye’de nüfusun yüzde 10 civarında bir bölümü şu veya bu şekilde engelli. Görmüyor, işitmiyor, ayağını kaybetmiş, eli yok kolu yok, bazen eli, kolu, ayakları yok, zihin engelli, otistik vs... Sizin bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz, annemiz, ya da babamız. Onlarla birlikte yaşıyoruz.
Kimisini yolda tekerlekli sandalye ile görüyoruz, kimisini elindeki beyaz bastonla... Evlerimizde onlarla beraberiz.
Son zamanlarda medyaya onların farklı alanlardaki başarılarına ilişkin haberler, görüntüler yansıyor. Bakıyorsunuz, ayağı protezli bir gencimiz olimpiyatlarda koşmuş ve derece almış.
Bakıyorsunuz, ampute futbol takımımız, dünya birincisi olmuş.
Bakıyorsunuz tekerlekli sandalye ile yapılan basket maçında Türk Milli Takımı dereceye girmiş.
Belki ilk planda bir tür rehabilitasyon gibi görünen girişimler, zaman içinde başarılar getirmiş. Şimdi artık “engelli sporcularımız”ın uluslar arası başarılarına tanık oluyoruz.
***
Sizin durduğunuz yerden “Tekerlekli sandalyeye mahkum olmak” gibi görülen bir şey, hayatı oradan başlatıp tırmanma seyrine giren birisi için “Ben böyle bakmıyorum, benimki mahkum olmak değil, ben her şeyimi tekerlekli sandalye ile yapıyorum ve her şeyi yapıyorum” gibi görülebiliyor.
Baştaki cümleyi bir kere daha okuyun lütfen. Görmeyen bir basket antrenörüsünüz ve size basket öğretmeniz için gören gençler emanet edilmiş, ya da tersi, gören bir basket antrenörüsünüz ve size görmeyen gençler emanet edilmiş basket öğretmeniz için. Ne yapacaksınız? Basket topu ve gören gençlerle görmeyen bir antrenör olarak sizin ilişkiniz nasıl olacak ya da görmeyen gençlere topu, potayı, diğer arkadaşlarıyla paslaşmayı nasıl anlatacaksınız?
O antrenörler ve o gençler bunu başarıyor.
Eli kolu ve bacakları olmayan bir genç yüzme şampiyonasında derece alabiliyor.
Engeller aşılmak içindir, deniyor ya bunu başaran pek çok gencimiz var, bu gençlerden oluşan takımlarımız ve onların başarıları var.
Bu gerçeği, bir de engelsiz olan, üstelik kendi takımlarının en başarılılarından oluşan mesela Milli Futbol Takımlarımızın uluslar arası karşılaşmalarda aldığı kötü sonuçlara bakarak değerlendirdiğinizde aklınıza “Neden, nasıl?” gibi soruların gelmesi kaçınılmaz.
Ne oluyor ve nasıl oluyor ki, bir spor dalı için varlığı kaçınılmaz gibi görünen uzuvlardan mahrumiyet içinde başarılar elde ediliyor, öte yanda milyon Dolar ya da Avroların tedavül ettiği bir ortamda, başarı gelmiyor.
Fark ne?
Bir fark var evet, en başta “fiziki engel” farkı. Hemen düşünebiliriz ki, bu fiziki engelin getireceği psikolojik yıkım farkı da söz konusu olabilir.
Birileri o engelleri aşıyor, öncelikle hayata tutunuyor, ardından tırmanışlarla başarı merdivenleri üzerinde yükseliyor.
Diğerleri de varlık içinde yoklukların aktörü oluyor.
Fark, bence “Engeli aşmaya yoğunlaşmak”ta toplanıyor.
Bu adeta hayat – memat meselesi haline geliyor. Varolacaksam böyle olacağım duygusunda yoğunlaşılıyor. Görmeyen gözlerinize rağmen, basket topunu ve potayı görüyor, başarıyı yakalıyorsunuz. Olmayan ayaklarınızın yerini protezle telafi ediyor ve koşuyor, koşuyorsunuz.
Diyorum ki, bir milli maç söz konusu olduğunda futbolcularımıza ampute milli takımın maçını seyrettirebiliriz. Oradaki can havliyle mücadele görüntüleri eminim, değme psikologtan daha etkili olacaktır.
Dün Erkam Radyoda yaptığım Eğitim Konuşmaları programına konuk olarak katılan Kartal – Yakacık Özel Eğitim Meslek Okulu Müdürü Mahmut Balta şunu söyledi son söz olarak: “Engel bedende değil yürektedir.”