“Dış güçler” ifadesinin memleketimizde özel bir anlam kazandığı bilinir. Özel anlam, içeriyi, zaman zaman içerdeki siyaseti de etkileyen bir “Dış tehdit” niteliği taşıyor. Kimi zaman “Beka sorunu” gündemi oluşur ve bu, bir yerde “Dış güçler”e bağlanır. Bu kapsama zaman zaman Amerika girer, beynelmilel Siyonizm girer, farklı ideolojik bakışa göre Rusya girer.
İçerde kazandığı anlama bakılırsa siyaseti etkilemek ister “Dış güçler.” Bu, “Dış güç”ün içerdeki kimi siyasi güçleri düşman, kimilerini de “kullanılabilir” görmesi demektir. “Düşman” olarak gördüğünü devirmek ister “Dış güç”, desteklediğini ise iktidar yapmaya çalışır.
Bu kanaatin çok yaygın olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu kanaat siyaseten iş yaptığı için de siyasi kadrolar toplumu bu açıdan beslerler.
Peki “Dış güçler”in Türkiye’ye yönelik tehditleri ve hesapları gerçek midir, yoksa abartılmış korkular (bir tür paranoya) mı söz konusudur?
Ya da şöyle soralım: “Dış güç ve tehdit” temasını gündemde tutan ve kendilerini o tehdidi bertaraf edecek tek güç olarak gören, diyelim ülke yöneticileri, böyle bir tehdidi gerçekten var kabul ettikleri için mi bunu halka taşırlar, yoksa kendi konumlarını pekiştirmek, rakiplerini de düşman kategorisine sokmak için mi buna başvururlar?
Normalde ülkeyi yönetenlerin savunma hassasiyeti taşımaları tabiidir. Bunun için de tehdit değerlendirmeleri yapılır. Türkiye’nin hassas bir coğrafyada bulunduğu gerçektir, bu da tabii olarak bir güvenlik hassasiyeti doğurur. Ama sürekli bir “beka sorunu” yaşamak sağlıklı değildir. O yüzden düşmanı azaltmak, dostu çoğaltmak, ülkeye yönelik tehditleri en aza indirmek istenir.
Bu konuyu neden yazıyorum?
Deprem ülkemizi sarstı. Büyük yıkım yaşadık. İçerde seferberlik oldu, dış dünya da ilgisiz kalmadı yaşadıklarımıza…
Dışişleri Bakanlığı 74 ülkeden 9 bin 793 kişinin deprem bölgesine yardıma geldiğini, 10 ülkeden daha 875 kişinin gelmesinin beklendiğini açıkladı. Yabancı ekipler, enkaz altından canlı insan çıkardı, onlara sarıldı, ısıttı, yarasını sardı.
Yabancı ekipler içinde Amerikalısı da var, Rus’u, İsraillisi, Yunanlısı da… Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias bizzat Hatay’a geldi, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile buluştu.
İnsanlarımız Azerbaycan, Suudi Arabistan, Özbekistan gibi “dost – kardeş” kavramı çerçevesindeki ülkelerden gelenleri normal karşılar. Beklenir onlardan. Ya Amerikalılar, Yunanlılar, İsrailliler neden kurtarırlar bizim insanımızı?
Bunlarda, insani alakadan öte Türkiye’ye yönelik bir “dostluk hamlesi” yaklaşımı okumak yanlış değil. Her ülkenin bu tür zeminleri dostlukları geliştirmek için vesile olarak kullanmak istemesi de anlaşılabilir.
Peki biz nasıl okumalıyız bu “dostluk hamlesi” yaklaşımını?
İsrail, Avusturya gibi birkaç ülkenin yardım heyeti, “Güvenlik riski oluştuğu” gerekçesiyle ülkelerine geri döndüler. Acaba bu “kötü niyetli” bir açıklama mı idi, yoksa gerçekten birileri, onlara böyle bir endişeyi yaşatmış mıydı?
“Dış güç ve beka sorunu” teması bizde daha çok iktidar dilinde etkindir. İBB Başkanı İmamoğlu’nun deprem bölgesinde eski bir iktidar milletvekili (üstelik bayan) tarafından “İngiliz ajanı burada ne işin var?” diye saldırıya uğradığı biliniyor. O bayan acaba yardıma gelen İngiliz ekibine “Burada ne işiniz var?” diye saldırmış mıdır? Trajik ama bazen provoke edilmiş zihinlerde “Ajan”, gerçeğinden daha tehlikeli (!) hale gelebiliyor.
Şu sıralar herhalde iktidarımız da “Dış güçler” dilini fazla tercih etmez. Ne de olsa “Dış güçler” enkaz altından can kurtarıyor.
Aslında dış politikada “ebedi dost – ebedi düşman olmadığı” değerlendirmesi de kabul görür. Reelde de ilişkiler öyle yürüyor zaten. Diyelim İç İşleri Bakanı Soylu’nun büyükelçilerine “Çek pis ellerini ülkemizden” diye seslendiği “En tehlikeli dış güç” olarak ABD ile oturup F-16’lar meselesini çözmeyi konuşuyoruz. İsrail ile de konuşuyoruz, Yunanistan’a da savaş ilan etmiyoruz.
Peki “dış güçler” teması içerdeki siyasette neden bu kadar iş yapıyor?
Bilmem ki, zihniyet dünyamıza bir bakmamız gerekiyor herhalde. Osmanlı’nın yıkılış travmasını hala atlatamamış, kendi özgüvenimizi kazanmamış ve siyasetçilere de bereketli propaganda alanları oluşturmuş olabilir miyiz? Acaba Amerika’nın Çin ve Rusya orada dururken, Erdoğan iktidarını yıkmak ve Türkiye’yi işgal etmek için depremi sun’i olarak tetiklediği iddiaları da bununla bağlantılı mıdır?