Bir yemek yarışmasında hazırladığı tabağın şefler tarafından beğenilmesi için dua eden insanların bulunduğu bir toplum. Dolmuşa binerken “Bismillahirrahmanirrahim” diyen, ya da ne bileyim, “Nasılsın? “ diye sorulduğunda ilk karşılığı “Allaha şükür” olan insanların bulunduğu bir toplum. Müslüman bir toplum.
Ama Diyanet İşleri Başkanı’nın siyasi tartışmaların içinde yer almasını da yadırgayan bir toplum.
“Türkiye adım adım şeriat yönetimine mi gidiyor? “ söylemlerine, iktidarın hem büyük -Ömer Çelik’in açıklamaları- hem de küçük -Devlet Bahçeli’nin açıklamaları- ortağı tarafından “laiklikten taviz yok” yollu teminat verme gereğinin duyulması…
Din – Toplum – Devlet ilişkileri… Türkiye’nin dengeyi bir türlü bulamadığı bir alan.
Müslüman toplum – Laik devlet ilişkisinde denge ne?
Müslüman toplumun önemli bir kısmının laikliği benimsediği, dinin devlet düzeni olarak kabulü anlamına şeriat uygulamasını isteyenlerin genel nüfus içinde oranının düşüklüğü, İslam’ın kişisel hayatta yaşanma oranlarının dindarlıktan kültür Müslümanlığı diye nitelenebilecek boyuta kadar çeşitlendiği dikkate alındığında konunun ne kadar hassas olduğu görülebiliyor.
Siyaset – Din ilişkisi Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana her zaman hassas bir alan olmuş. Laikliğin çerçevesi onun için hep tartışılıyor. Partilerin kapatma gerekçesi laikliğe karşı eylemlerin odağı olmak. Kamusal alanda din ne kadar görünür olabilir? Sorusu he zaman tartışmaya açık bir konu.
Din, siyasi bir meta haline dönüştürülebilir mi? Yani dindar görünmenin iş yaptığı durumlarda siyasi çıkar için din kullanılabilir mi? “Siyasette din istismarı” gündemi buradan çıkmış.
Ama bu “din istismarı” söylemi, aynı zamanda toplumda dini hassasiyetin gelişmesinin önüne geçmek için de istismar edilmiş. Çünkü çok çok uzunca bir dönem laiklik, toplum – din ilişkisini tırpanlamak için de kullanılmış. Bugün de laikliği o çerçevede kullanmak isteyen odakların bulunduğu biliniyor.
Aslında “din istismarı”na en çok karşı çıkması gerekenler, siyasetçi, din adamı, ilahiyatçı, sade vatandaş… her ne ise, dindar insanlar olmalı. Çünkü istismarın dindarlıkla ilgisi yok. Bu Allaha karşı hile. Onun için bir insan, dini, siyaseti için, ticareti için, ya da başka bir çıkarı için kullandığına dair en küçük bir his taşıyorsa, hemen tövbe etmeli.
Diyanet İşleri Başkanı ile ilgili tartışmayı nasıl okumalı? Bir kısım tepkinin, dinin her türlü görünülürlüğüne karşı tepkili olan çevrelerden geldiği açıkça görülüyor. “Memleket şeriata mı götürülüyor? “ söylemi de öyle bir kışkırtıcılık dozu taşıyor.
Ancak konunun bir siyasi kamplaşmanın boyutu haline geldiğinin de görülmesi gerekiyor.
Siyasi kamplaşma deyince, bunu her siyasi parti, kendi tabanını kemikleştirmek için kullanabilir. “Laiklik” etrafında da bir kamplaşma stratejisi izlenebilir. Nitekim yapılıyor.
Ama din alanı, özellikle bizde, en duyarlı alanlardan birisidir. Orada taban kemikleşmesi stratejisi izlendiğinde, toplumun din ekseninde ayrışması gibi bir sonuç doğması tehlikesi vardır.
Diyelim siyasi iktidarın uzantısı görünümü kazanmış bir Diyanet İşleri Başkanı Müslüman bir toplumun yüzde kaçının güvenine mazhar olur?
Bu sorunun cevabı “Canım zaten ötekilerin din ile ilişkisi problemli” şeklinde ise, işte asıl problem buradadır.
Diyanet İşleri Başkanı’nın ÖNDER’de yaptığı konuşmada işaret ettiği husus farklıdır. Şu sözler:
“Hani ‘inanç sokakta olamasın, mahallede olmasın, insanın içinde olsun’ diye bir anlayış var ya. ‘İnanç işte insan ile Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın’... Görüyorsunuz ya ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın oralar, adeta bu düşünce insanlığı bu noktaya getirmektedir.”
Doğru, din hayatın her alanında olmalı. Bu demek ki, siyasetçiye de söyleyeceği bir şey vardır dinin, adalet mensubuna da, ticaret yapana da… Ne bileyim medya mensubuna da…
Doğru, Diyanet İşleri Başkanı’na da söyleyeceği şey vardır dinin. Mesela oturup düşünülmüş müdür, din, siyaseten böylesine karmakarışık hale gelmiş bir toplum zemininde Diyaneti yönetme sorumluluğu verilmiş bir kadroya nasıl bir görev yükler? Bazen din adına sözü hep başkasına söyler duruma düşüyoruz, kendi konumumuzu sorgulamak aklımıza gelmiyor.
Burada sayın Cumhurbaşkanı’na da bir şey söylemek isterim: Muhtemel ki mevcut statüyü devletin tüm birimlerinin şahsına bağlı olduğu tarzında değerlendiriyor. Yargıyı da Diyaneti de. Bu yaklaşım, Yargı’nın da, Diyanet’in de “siyasileşmesi” gibi bir görüntü ortaya çıkarıyor. Ne de olsa kendisi “partili cumhurbaşkanı”dır. Yargının siyasallaşması görüntüsü, insanların Yargıya güvenini sarsıyor, çok belli, Dinin – Diyanet’in siyasallaşması ise insanların din ile ilişkisini yaralıyor. Yargıyı bilmem ama en azından bunu istemezsiniz diye düşünüyorum. Din hakkı için, lütfen.