Bize zaferler lâzım, hatta devrimler…
Ama Suriye’de kazandığımız zafer, hatta devrim mi?
Medyamıza yansıyan zafer – devrim çığlıkları arasında İsrail kılçığı gelip gırtlağımıza oturmuyor mu?
Bir süreç işliyor.
Benim öteden beri coğrafyamızdaki gelişmeler için söylediğim “alt alta üst üste gelişler” söz konusu. Demişimdir “Hani kovboy filmlerinde öyle alt alta üst üste boğuşmalar olur, o ara bir patlama sesi duyulur, acaba kim vurulmuştur? Az sonra bir kişi nefessiz kalır, düşer. Ya da ayakta iki kişi silahlarını çeker, ateş ederler, bir an kimin vurulduğu belli olmaz. Az sonra birisi yere yığılır.” Coğrafyamızda olan biteni izledik, izliyoruz. Irak’ta “Bir koyup üç alma heyecanları” yaşamıştık. Nasıl, Irak’ta gelinen nokta bizi coğrafyamız adına memnun ediyor mu? Ben Greko-romende “salto atma”ya benzetirim bölgede büyük oynamayı… Gücünüz yetmezse kendi oyununuza gelirsiniz saltoda…
Kendime soruyorum:
-New York’ta “İsrail ile yumuşama” adına Netanyahu’yu Türkiye’ye davet ederken Hamas’ın hemen az sonra 7 Ekim eylemini başlatacağını biliyor muyduk?
--Yine o Netanyahu’lu günlerde, İsrail’in Hamas eylemini bahane edip, Gazze’ye karşı soykırım harekâtı başlatacağını biliyor muyduk?
-Dünyanın gözü önünde her günü bir başka cehennem olan kundaktaki bebelerin katledildiği “Gazze soykırımı”na karşı dünyanın insani haykırışlar, bizim de öfkeli tepkiler dışında bir şey yapamayacağımızı biliyor muyduk? Şu sözler Erdoğan’a ait. “Bakınız Gazze’de ve işgal altındaki Filistin topraklarında 14 aydır devam eden yüzde 70’i çocuk ve kadın olmak üzere 50 bini aşkın Filistinlinin hayatını kaybettiği katliamın önüne bir türlü geçilemedi.”
-Amerika’nın, hatta tüm Batı ülkelerinin “İsrail’in güvenliği” adına tüm vahşeti meşrulaştıracağını biliyor muyduk?
-İsrail’in Gazze’den sonra “Alan temizliği” politikası ile, Hamas’ın liderliğini, ardından Hizbullah liderliğini ortadan kaldıracağını biliyor muyduk?
-Vahşeti seyrederken bizim İsrail ile ticareti kesme sürecimizin bile uzun zaman alacağını, buna rağmen limanlarımızdan petrol taşınmasını önleyemeyeceğimizi, çünkü Azerbaycan ile İsrail’in arasının tahmin edemeyeceğimiz kadar sıcak olduğunu biliyor muyduk?
-Daha Esed’le görüşecektik üç – beş gün önce, tam da o zaman, üç - beş gün sonra Esed’in ülkeyi bırakıp kaçacağını öngörmüş müydük? Esed’le randevu ararken HTŞ’nin yapacağı eylemden haberdar mıydık?
-Suriye devriminin bir ucunda, geceler boyu İsrail’in Suriye’deki mevzilere bomba yağdıracağı hatta Şam’a doğru ilerleyeceği hesabı da var mıydı?
-Sayın Cumhurbaşkanı’nın Meclis kürsüsünden duyurduğu “Türkiye’ye yönelik İsrail tehdidi”nin son süreçte artıp eksildiği noktasında bir muhasebe yapma gereğimiz var mı?
-Suriye’nin girdiği en azından “Iraklaşma” sürecinde, neyi ne kadar belirleyeceğimizden emin miyiz? Bütün bu olanlar “Bu coğrafyada Türkiye’ye rağmen bir şey olmaz” dediğimiz zamanlardan beri olmuyor mu?
-Ne dersiniz, “İsrail ile yeniden normalleşme”yi gündemden çıkarıyor muyuz, yoksa bölgeye ilişkin “ABD planlaması”nda günün sonunda “İsrail ile normalleşme”yi konuşur hale gelecek miyiz? O zaman Suriye devriminin hangi hali yaşanıyor olacak, bizim dost – düşman değerlendirmemizin hangi hali?
-“Devrim”den sonra bile, ABD’nin YPG-PYD’ye desteğini ilan etmesine nasıl bakıyoruz?
Bilardo oyununda hangi topa vurduğunuzda hangi topun deliğe gireceği önemli bir sorun. Bölgede yaşananlarda da her vurduğunuz top deliğe girmeyebiliyor. Onun da ustalığı var. Ustalığa sanırım bilek gücü de dahil. Istakayı kullanma becerisi de… Hangi topa nasıl vuracağınız meselesi de... Başlarda sorduğum sorular, biraz hesaplarımıza bilgiden, öngörüden çok hamaset karıştığı endişelerinin içinden çıkıyor. İçerde – Dışarda zafer özlemi, erken heyecanlara yol açıyor. Saddam devrildiğinde -ki devrilmesi gerekiyordu- Iraklılar bayram etmişlerdi. Sonra Irak’ta İsrail operasyonları başladı, binlerce bilim adamı suikastlarla yok edildi. Irak’ın geleceği yok edildi. Esed devrildiğinde de bizdekiler dahil Suriyeliler şenlik için sokaklara taştılar. Bizim medyada “Devrim” yorumlarından geçilmiyor. Ama garip değil mi, bir yandan da İsrail operasyonları sürüyor. Suriye’nin silah gücünü yok eden bombardımanlar yapılıyor. Sonra gelenin gücünü yok etme hesabıyla… İsrail suikastlarının Hamas ve Hizbullah liderliğini yok etmeye yönelik hamlelerini biliyoruz. İran’ın içini de vurdular tüm bölgeye göz dağı vermek için… Nasıl okuyoruz bütün bunları bölgenin geleceği adına?
Hatırlayın, Hakan Fidan MİT Başkanı olduğunda en büyük tepki İsrail’den, o günlerin Dışişleri Bakanı Ehud Barak’tan gelmişti. Fidan’ı “İran taraftarı” diye suçlamış, artık NATO’nun ona güvenemeyeceğini söylemişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da oralarda sevilmediğini tahmin etmek zor değil. İsrail’in hafızasında Türkiye için ne var acaba?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Daha fazla kan dökerek, masum sivillerin tepesine daha fazla bomba yağdırarak, güvenlik sağlanamaz. İsrail hükûmetinin ısrarla ve inatla gittiği yol, açık söylüyorum, yol değildir. Bu durum Gazze ve Filistin için olduğu kadar Suriye içinde geçerlidir” şeklindeki sözleri İsrail’in umurunda olur mu acaba? İsrail bölgede çalışıyor. Azerbaycan’ın İsrail ile ilişkisinin nasıl bir gelecek vadettiğini okuyabiliiyor muyuz? İsrail’in bölgede düşman ilan ettiklerini birer birer devre dışı bırakması Türkiye için ne anlama gelir acaba?
Yazıyı “iç barış” ile tamamlamak isterim. Aslında “iç cepheyi tahkim” yaklaşımı boş değil. Ama bu, içeride – dışarıda her şeyi doğru okumayı, doğru duruşlar belirlemeyi gerektiriyor. Saddam’dan sonra Irak bizim dışımızda şekillendi, şimdi Esed sonrası Suriye’sini yaşıyoruz. Ben, Gazze kıyımından sonra Lübnan ve Suriye’deki operasyonları ile İsrail kılçığını boğazımda hissediyorum. Sizler nasılsınız?