Şu iki soru, hem sıcak gündem olan İstanbul seçimlerinin serencamı açısından hem de kalıcı gündem olan “Türkiye’nin birliği bütünlüğü”, “Devlet’in Cumhuru kapsama imkanı” açısından büyük önem taşıyor:
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul seçimlerinde sahada olsun mu olmasın mı?
- “Türkiye ittifakı” Türkiye için hayati bir mesele ise, “Partili Cumhurbaşkanı” statüsüyle “Türkiye ittifakı” söylemini sürdürmek mümkün mü?
Birinci soru, hem Ak Parti’nin İstanbul’da yürüteceği seçim çalışmalarının niteliği açısından hem de Cumhurbaşkanı’nın genel imajı açısından önem taşıyor.
Ak Parti açısından bakıldığında bir yandan Cumhurbaşkanı’nın etkinliğini dikkate almak, bir yandan da Cumhurbaşkanının “taraf olma” durumunun negatif etki oluşturma ihtimalini gözetmek söz konusu. Bu konunun “Reis tutkusu”na sahip çevrelerde başka, yüzer gezer oylarda başka sonuç vereceği açık. Ve Ak Parti için asıl sorun bu ara alanlardaki kaymaları kontrol edebilmek.
Bunun yanında konunun bir de Cumhurbaşkanı’nın meydanlarda olması dolayısıyla seçimin ana aktörü olan Binali Yıldırım’ın gölgede kalması boyutu var. Ak Parti’de bunun 31 Mart’ta hem Ankara’da hem İstanbul’da adayların gölgede kalması sebebiyle sonuca olumsuz yansıdığı değerlendirmesi yapılmıştı.
Burada bir de Cumhurbaşkanı’nın meydanlarda yoğun biçimde görülmesine rağmen seçimin kaybedilmesi ihtimali üzerinde durulabilir ki, onun sonucu çok daha büyük sorun olur.
CUMHURU KUŞATMA MESELESİ
Cumhurbaşkanı’nın İstanbul seçimleri için meydanlarda olmasının Ak Parti’ye ne kazandırıp ne kaybettireceğinden öte, başta sorduğumuz ikinci soru açısından daha hayati sonuçlarının olacağı da bir vakıa.
İstanbul’da Ak Parti için propaganda yapacak olan sayın Cumhurbaşkanı pek tabii ki bir yandan kamuoyu nezdinde “Partili” hüviyetini pekiştirmiş olacak. Peki bunun, “Cumhur’u kuşatma” rolünün zaafa uğramasında bir etkisi olmayacak mı?
İşte orada “Türkiye ittifakı” söyleminin karşılık bulma sorunu devreye giriyor.
Belli ki “Türkiye ittifakı”nı seviyoruz. Belli ki sayın Cumhurbaşkanı “82 milyonu kardeş bilme” söylemini de seviyor. “Cumhurbaşkanı” deyince “Cumhur”un, yani 82 milyonun ortak paydası olma meselesi, Anayasa’nın da çizdiği çerçeve olmanın yanında, bizzat sayın Cumhurbaşkanı’nca da arzulanan bir şey.
31 Mart’tan sonra – ki 31 Mart öncesinde müthiş bir kamplaşma yaşanmıştı- bizzat sayın Cumhurbaşkanı tarafından “kızgın demiri soğutma” ve “Türkiye ittifakı” söylemi başlatılınca kamuoyunda bir hareketlenme oldu. Sonra Bahçeli’nin karşıt çıkışıyla bir dalgalanma yaşandı, ama 19 Mayıs törenlerinde Samsun’da, Cumhurbaşkanı ve etrafına sıralanan müttefik – muhalif temsilcilerle bu defa “Aynı gemide olma” metaforu ile “Türkiye ittifakı” hatırlandı. Benzeri bir görüntü 15 Temmuz’dan sonra “Yeni Kapı Ruhu” şeklinde de sahneye yansımıştı.
Ama bu devam etmiyor. Siyasi manzara aslına rücu ediyor. Yani evli evine, köylü köyüne… İktidar, onun müttefiki, en tepede “Partili cumhurbaşkanı”, ve karşı cenah…
İş böylesine bir taraf – karşı taraf denklemine indiğinde, bunun Türkiye siyasetindeki karşılığı, yoğun bir cedelleşmedir ve bundan herkes nasibini alır. Kimse kimseyi sakınmaz.
Yani Cumhurbaşkanı da taraf hale gelir ve tabii ki suçlamalardan sakınılmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı “Partili” hüviyeti ile taraf olmaktan kaçınmıyor. Tartışmalara girmekten de kaçınmıyor. Karşı taraf da, ister onun “Partili” olması sebebiyle, ister zaten kategorik olarak karşı olduğu için, Cumhurbaşkanı ile cedelleşmeyi politik mücadelesinin temeline koyuyor.
Bu durumda, ülkenin en hayati meselelerinde ortak payda bulmak zorlaşıyor.
Nasıl çıkılacak bu işin içinden?
Ya da işin içinden çıkmak diye bir meselemiz yoksa, “Türkiye ittifakı – Aynı gemide bulunma” söylemi, zevahiri kurtarmanın ötesinde bir anlam taşımayacak mı?
Sistem böyle kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Partili Cumhurbaşkanı ana eksen olunca, Cumhurbaşkanı’nın iktidar – muhalefet denkleminde rol üstlenmesi kaçınılmaz hale geldi. Partisinin her yerinde olan bir Cumhurbaşkanı’nın diğer partilerle ortak payda üretmesi kolay olmayacak.
“Türkiye ittifakı” şayet Türkiye’nin çıkarına ise, işte onu gerçekleştirmek zorlaşacak. Ya da sahne görüntüsü bittikten sonra adı anılmayacak bir nesne haline gelecek. Bu da ortak payda hassasiyetini aşındıracak, ortak paydanın tam lazım olduğu dönemlerde ne yazık ki devreye giremeyecek.
Ne dersiniz ortada şu anda çözümü çok da kolay olmayan ciddi bir sorun yok mu?