Sorun hep gündemde olduğu için günceli konuşurken sık sık geçmişe - geleceğe gitmek de kaçınılmaz oluyor.
Türkiye bir çözüm süreci yaşadı ve bendenize de İç Anadolu için oluşturulan “Akil İnsanlar Heyeti” içinde “Başkan” olarak görev verildi. Hayatta devlet görevi olarak üstlendiğim tek sorumluluk bu oldu.
7 bölge için 7 heyet oluşmuştu. Heyetler Doğu’da – Batı’da, Kuzey’de – Güney’de, her etnisiteden, her dinden – mezhepten, her sosyal tabakadan insanla buluştu. Şehit aileleri ile de görüştü, Dağdaki teröristin ailesi ile de.
Arayış, terörü bitirip, “Anaların ağlamayacağı” bir Türkiye’ye ulaşma arayışı idi.
İmralı’daki terörist başı “Artık silahlı mücadele ile netice alınamayacağı anlaşılmıştır” demiş ve “Dağdan inme zamanı geldiği”ni ifade etmişti.
Devletin “Teröristbaşı” ile örtülü görüşmeleri on binlerce hayata mal olan terörün bitebileceği ümidini doğurmuştu.
- Örgüt silah bırakacaktı.
- Dağdan inilecekti.
- Devlet de yıllardır dağda bulunanların rehabilitasyonu için çareler üretecekti.
Tam o sırada üstelik iktidar cenahından “Bu işler üç kademede olacak” gibi bir söz atıldı ortaya. “Devlet şunu yapacak, örgüt şunu, devlet şunu, örgüt şunu…” gibi bir kademelenme.
Ben o dönem, yazılarımda bu kademelenmenin yanlış olduğunu, bunun örgüte pazarlık alanı açtığını, örgütün hiçbir durumda tatmin olmayacağını, sonra da “Devlet üzerine düşeni yapmadı” diyerek silah bırakmakta ayak sürüyeceğini yazdım.
Bir şeye daha dikkat edilmesi gerektiğine işaret ettim:
-Bu süreçte örgüt ile asla “Kürt sorunu pazarlığı” yapılmamasını, Kürtlerin sahip olması gerektiğine inanılan haklar varsa bunun devlet tarafından re’sen verilmesi gerektiğini, aksi takdirde örgütün “Bütün haklar bizim zorumuzla alındı” propagandası yapacağını yazdım.
Maalesef “kademelenme” söylemi devam etti, maalesef kademelenme söylemi ile “Kürt sorunu için şu yapıldı, şu yapılmadı” tartışması devam etti ve sonunda süreç akamete uğradı.
Bu arada “Süreç var” diye, sahada teröristlerin faaliyetlerine göz yumuldu. Aslında yollarda kimlik kontrolü yapılıyor, KCK mahkemeleri kuruluyor, haraç alınıyor, şimdi hatırlıyorum, çarpıklığı yaşayanlar “Devlet, alanı PKK’ya bıraktı” diyordu.
Bazı ilçelerde özyönetim ilanları, hendekler bunların peşinden geldi.
Herkes hayret içindeydi.
Devlet neredeydi?
15 Temmuz’dan sonra bütün bu çarpıklıkların izahı sadedinde “Oradaki kamu yöneticileri ve askeri yetkililer hep FETÖ’cü çıktı” söylemi geliştirildi.
Bu izah haklı olabilir miydi? Yani oralarda görevli “FETÖ’cü kamu yöneticileri” hani Amerika’nın da projeleri çerçevesinde bölgeyi PKK’ya bırakmak gibi bir ihanete kapı aralamış olabilirler miydi?
İşin içine “FETÖ” girince bütün bunları ihtimal dışı görmek zordur. Şu ana kadar dosyalara giren suçlamalara bakınca FETÖ her şeyi yapar demek mümkün.
Mümkün de aklımıza mukayyet olup başka sorular üzerinde düşünmezsek kendi kendimizi aptallaşmış hissetmemiz de kaçınılmaz olur.
Neyi mesela?
- Mesela hadi bölgedeki vali, garnizon komutanı, jandarma komutanı, kaymakam vs… böyle bir fesadın aktörü haline geldiler, peki Ankara neredeydi o zaman? Cumhurbaşkanı, Başbakan; Genelkurmay başkanı, MİT Başkanı, Genelkurmay başkanı, İçişleri Bakanı vs… Güvenlikle sorumlu bütün makamlar Doğu- Güneydoğu’da olan biteni görmemiş olabilirler mi? Bölgenin Ak Partili milletvekilleri, Orhan Miroğlu mesela, alanda dolaşamıyor ve bunu yazıyordu. Ankara’nın valiyi, emniyet müdürünü, kaymakamı, bölgedeki MİT görevlilerini değiştirme yetkisi yok muydu?
- “Çözüm süreci var, teröristleri görmeyin” dendi mi, bölgedeki görevlilere? Bölgedeki görevliler “Çözüm sürecini engelliyor” konumuna düşmeme kaygısı taşıdılar mı?
Benim kanaatim şu:
- İmralı ya da örgüt ile sadece “Dağdan inme” ve “silahların bırakılması” konuşulmalıydı.
- Örgüte asla başka alanda pazarlık imkanı verilmemeliydi.
- Dağa çıkmanın suç olduğu, devletin şimdi daha fazla ölüm olmasın diye bir “Atıfette bulunduğu” tavrı öne çıkmalıydı.
- Öcalan tarafından ifade edilen “Silahlı mücadelenin çıkmaza girdiği” noktası asla unutturulmamalıydı.
- Hiçbir terör eylemine müsamaha edilmeyeceği kararlılığı her noktada dile getirilmeli, bu, fiiliyatta da ortaya konmalıydı.
Süreçte Amerika’nın “Rojava” manipülasyonu ile kimi Kürt siyasetçilerin ve Kandil’in zihnini iğfal ettiği gerçeğini görmezden gelmemek lazım, bu boyut da önemli hiç şüphesiz.
Ama çözüm sürecinde Ankara adına kimi yönetim zaaflarının bulunduğu da görmezden gelinemez. Bugünün kaotik ortamına gelişte bütün bu zaaflar rol oynadı. Kürt siyasetinin Amerikan inisiyatifine girmesi önlenebilir miydi? Bu konu da üzerinde düşünülmesi gereken hayati bir meseledir.