Seçimin iki ittifakın yarışı halinde geçeceği açık.
Cumhur İttifakı – Millet İttifakı. Diğer hareketler (İnce ve Ogan), önemli ölçüde bu iki ittifakın başarısını etkileme ölçüleriyle stratejik değer kazanacaklar.
Cumhur İttifakı, milliyetçi – muhafazakâr bir ittifak olarak nitelenebilir. Millet İttifakı ise muhafazakârlıktan sosyal demokrasiye, milliyetçiliğe uzanan, yer yer liberal renkler taşıyan, HDP’nin dışardan desteği ile Kürt solculuğunu kapsama alanına katan ideolojik olarak farklı partilerin birlikteliğini yansıtıyor. Bu tespitlere, Hüda - Par’ın katılımıyla Cumhur İttifakı’nın da İslâmcı Kürtçülükle ilişki kurduğunu eklemek gerekiyor.
Her iki yapıya, hem bir araya gelme sebepleri, hem de halkı davet dilleri açısından baktığımızda belirgin bir farkı görmek mümkün.
Cumhur İttifakı, kaba tasnifle, “benzeyenler” birlikteliği gibi değerlendirilebilir. En son Bahçeli’nin şaşırtıcı biçimde Hüda - Par’a yönelik tüm rezervleri kaldırması, Yeniden Refah’ın da “20 yılın günahını paylaşmama” iddiasından vazgeçmesiyle, “benzerlik” önemli ölçüde tamamlanmış oldu.
Aslında Cumhur İttifakı’nın ana gövdesini oluşturan Ak Parti’nin de önce MHP’ye, sonra Hüda - Par’a ve tabii Yeniden Refah’a yönelik rezervleri vardı ama kör olası yüzde 50 artı 1 gerçeği farkların üzerini örtmeyi zorunlu kılmıştı. Yeni sistem içindeki 5 yıllık yönetimin sonunda ortaya Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından çok ciddi bir “seçilebilme sıkıntısı” çıkmış ve onu bütün tuşlara basmak gibi bir karmaşanın içine itmişti.
Bunlar, Türkiye siyaseti için olağan bir durum olarak kabul edilebilir. Ancak gene de benzemezlikleri benzerliğe dönüştürecek ve tabii “halka da satılabilecek” bir yapıştırıcıya ihtiyaç olmalıdır.
Nedir o? Karşı cephede bir “düşman” oluşturmak. Düşman, tehdit, ne derseniz deyin. Düşmanı oluşturunca seçimi savaş mantığına dönüştürmek, halkı da o istikamette doldurmak mümkün olacaktır.
En son YRP lideri Fatih Erbakan, merhum babası zamanında bütün sağcı itirazlara rağmen CHP ile koalisyon yapmamış gibi, Cumhur İttifakı’na katılma gerekçesini “Ülkemizin 60-70 yıl sonra yeniden CHP zihniyetine teslim edilmesine vesile oluruz suçlamasıyla muhatap olmak istemedik” cümlesi ile açıklama gereği duydu. Anlaşılan kendisi arka kapı görüşmelerinde böyle ikna edilmişti.
Bütün Cumhur İttifakı medyası, “düşman cephe”ye karşı kılıçları bilemiş durumda. Sosyal medyada whatsapp grupları benzeri “düşman edebiyatı”nı dolaştırıyor.
Ortada şöyle bir soru var: Diyelim bütün bu “düşman edebiyatı”na rağmen, halkın yüzde 50’den fazlası karşı ittifakı destekledi, ne olacak bu durumda milliyetçilik ve muhafazakârlığın Türkiye’deki konumu? Ya da ne yapacak bu ülkenin muhafazakârları, milliyetçileri, savaş tamtamları ile mevzilere mi yerleşecek?
Ak Parti’nin 2011 seçimlerinde stad stad çınlayan ve insanları coşturan seçim şarkısını hatırlayalım:
“Aynı yoldan, geçmişiz biz. Aynı sudan içmişiz biz. Yazımız bir kışımız bir. Aynı dağın yeliyiz biz…. Şarkılar bir türküler bir. Hep beraber söyleriz biz. Halaylar bir horonlar bir. Aynı sazın teliyiz biz…. Gönüller bir dualar bir. Bir Allah’ın kuluyuz biz. Has bahçemiz yurdumuzdur. Aynı bağın gülüyüz biz.”
“Biz…Biz…Biz…” diye biten bir şarkı. Bütün Türkiye’yi kucaklayan bir dil. Neden ihtiyaç duyulmuştu bu dile? Çünkü Türkiye’de farklı renkler vardı, farklı toplum kesimlerinin sorunları vardı ve siz, o zemin içinde bir toplumsal barış inşa etmek durumundaydınız. Şimdi nereye gelindi; bir “Cephe” mantığına… “İçerden” düşmanlar üretip, bütün manevi değerleri ve vatan sevgisini cephe mantığına indirgeyen bir yaklaşıma.
İlginç değil mi, Ak Parti’nin “Aynı sudan içmişiz biz” yaklaşımını, “Helalleşme” diliyle, kendi geçmişi ile hesaplaşarak, “CHP zihniyeti” döneminde kırıp döktüklerinden helallik isteyerek, ve bugün seçim söylemini “Kavgayı bitirmeye kararlıyız, beraber olacağız, birlikte olacağız, kavgayı bitireceğiz ve Türkiye kanatlarını ufka doğru, geleceğe doğru açacak, güzel bir Türkiye’yi inşa edeceğiz” diye başlatarak, “Millet İttifakı’nın benzemezleri” adına Kemal Kılıçdaroğlu’nun seslendiriyor olması?
Evet, bu “6 benzemez”, Türkiye’de farklı toplumsal damarlar bulunduğu tespitinden yola çıkıyor, ama bu farklı damarların “Türkiye ortak paydası”nda buluşacağı varsayımını umudunu görüyor, bunu başarmanın kaçınılmazlığına inanıyor ve cepheleşmeyi değil, “Kavgayı bitirmeyi” seslendiriyor. “HDP’nin temsil ettiği Kürt seçmenlerle bu zeminde iletişim kurmanın ne zararı olabilir?” sorusunu soruyor.
“CHP’yi düşman kategorisine koyup, onunla birlikte olanları da düşmanla iş birliği yapanlar” olarak nitelediğinizde, ortaya nasıl bir toplum profili çıktığını düşünebiliyor musunuz?
Bu yapının iktidar olma ihtimali en az Cumhur İttifakı’nınki kadar söz konusu. Bu yapı iktidar olduğunda ne olacak, bu yapı muhalefette kaldığında ne olacak?
Memleket farklı toplum kesimlerinin birbirine karşı gardını aldığı, belki baltaları bilediği bir savaş alanına mı dönecek? Ve bunu, bu ülkenin en etkin yapı harcı olan manevi değerlere mensup olduğunu düşünenler mi yapacak?
Barış dilinden buralara neden savrulduk, buna bakmak gerekmiyor mu? Toplumun en az yarısı ile farklılaşmış bir çizgi? Muhafazâkarlığın böyle bir sonuca gelmesi “Mahalle”de hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu, etmeyecek mi?