Yıllar önce bir program vesilesiyle Almanya’daydık. Berlin ya da Düsseldorf’ta. Vakit gece yarısını geçmiş, konferanstan dönüyoruz. Yollarda kırmızı ışığa dikkat ediyoruz. Ama az sonra arkamızdan polis sireni çalındığını duyup, durduk. Polis geldi, camı indirdik, meraklı gözlerle ona bakıyoruz:
-Beyefendi, dedi, şehir içinde hız sınırlamasını aştınız. 60 kilometre hızla kameraya takıldınız.
Hangimiz, şehir içinde ya da uzun yolda, kameraya takılma gibi bir kaygı taşımayız? MOBESE, EDS kayıtlarıyla evimize fotoğraflı kırmızı ışık ihlali ya da hız sınırını aşma, hatalı sollama cezası geldiğinde hangimiz “Nerde? Nasıl? Allah Allaaah böyle mi olmuş!” hayreti yaşamayız?
Bir gün “Oku kitabını” ya da daha çağdaş gelişmelerin diliyle “Seyret filmini” gibi bir sesle karşı karşıya kalırız, emin olun. Şaşırırız, “Bu kitap neler yazıyor böyle, bu film karelerindeki ben miyim?” tedirginliği yaşarız.
Ramazan’dayız.
Ramazan bir anlamda kendimize bakma zamanı. Yazmakta olduğumuz hayat defterini, ya da baş rolünü oynadığımız hayat filmini o defter kapanmadan – film bitmeden yeniden gözden geçirme ve hataları henüz telafi etme imkanına sahipken telafi etme zamanı.
Kendimize bakmak önemli.
Bakmayız çünkü çoğu zaman. Hele her şey keyfimize göre devam ediyorken bakma gereği duymayız.
Oysa kim bilir kaç kişinin ayağına basmışızdır. Kaç kişinin gönlüne çentik atmış, yara açmışızdır. Kaç kişinin hukukunu çiğnemişizdir.
Arabamızın egzoz gazının gerekli ölçüyü aşmadığından emin miyiz?
-Amaaan, arabanın egzoz gazını kim düşünecek şimdilerde?
Bu iş ince iş oysa. İnsanlarla hukukumuz, çevremizdeki canlı – cansız her şeyle hukukumuz önemli. Bir kademede ihlal ettiğiniz bir hukuk, hayatın tüm ahengi dikkate alındığında belki birkaç kademe sonra birilerinin hukukunu ihlal anlamına geliyor. Fabrikanızın bacasından çıkan dumandan, ya da ırmağa akıttığınız kimyasal atıktan sorumlusunuz. Kaç balık öldü, kaç kuş zehirlendi, kaç insanın ciğeri çürüdü, bir düşünmek gerekmez mi?
Zincirleme bağlıyız birbirimize. Baba, anne, evlat, işveren, işçi, yönetici yönetilen, komşular, trafikte birlikte seyredenler, satıcı, alıcı, üretici, tüketici, imam, cemaat….
Ramazan kendimize bakma zamanı. Aslında her an bakmalı insan kendisine…. Elinden, dilinden, bütün uzuvlarından, kalbinden yapılanlara - geçirilenlere bakmalı. Niyetine bakmalı insan. Nefeslerine bakmalı.
Allah’ı unutmamalı insan. Allah ile ilişkisini unutmamalı.
O’nun her an ona şah damarından yakın olduğunu unutmamalı. O’nun her an onunla birlikte olduğunu unutmamalı. Allah’ın insanın yapıp ettiklerinden gafil olacağını aklına bile getirmemeli.
Zikir ve gaflet farkı bu.
Zikir her an Yaratan’la birlikte olma halini, gaflet ise, Yaratan’ın farkında olmadan yaşama halini anlatır.
Ramazan bir ay boyunca bu idrakin kazanılması için var.
Diyetisyenin talimatlarına onun olmadığı zamanlarda bile uymamazlık etmiyoruz ya, Yaratan’ın bize “Bizi diri kılması için bildirdiği ölçüler”i nasıl ihmal ederiz!
Dostlar, bazen yaptıklarımız içimize sinmediği halde “Görülmemiştir, işitilmemiştir, yazılmamıştır” gafletine düşeriz. Kendimizi aldatırız. Görülür emin olun, işitilir emin olun, yazılır bir yerlere, emin olun, hangi güzel bir sözümüz var ya “Kimsenin kesesine kalmaz” çünkü ilahi adalet şaşmaz. Dünya güçlerinin kameraları ne ki, kimse akıbetini bilse, ilahi kameralara günah üzerinde yakalanmayı istemez.
“Günah” dedim, Ölçünün bozulmasıdır o. İlahi nizama çelme takma girişimidir insanın. Bunu yapmamak lazım.
Ramazan kendimize bakma zamanı. Biraz dikkatlice bakma, hatta niyetlere bakma zamanı. İlahi ölçü mesela, bir fakire verilen ikramın kalitesini önemsiyor, verirkenki niyeti önemsiyor, bizim hoşumuza gitmeyen şeyi ikram diye sunmanın güzel bir davranış olmadığını ortaya koyuyor.
Görüyor musunuz inceliği?
Ramazan, Müslümanlığımızı ince işçilik boyutunda gözden geçirme zamanı. Güzel Müslüman olma çabasını kuşanma zamanı.
Dua edelim birbirimize, Ramazan imbiğinden süzüle süzüle güzel Müslüman olmayı başaralım. İlahi kameranın kayıtlarına “En güzel insanlık kalitesi” ile girelim.