Türk Yargı Etiği Bildirgesi yayınlandı. İdeal ölçüler belirlenmiş.
Adalet bakanı Abdulhamit Gül bildirgenin sunumunda konuştu; o da bildirge ile aynı özü taşıyan değerlendirmeler yaptı.
Bir yandan bakılırsa “Bunlar zaten yargının olmazsa olmazı” demek gerekir, ama bir başka yandan bakılırsa, yargının yeniden bir “Etik değerler bildirgesi” ile Türkiye ve Dünya kamuoyu önüne çıkması kaçınılmazdı, denir.
İhtiyaç mıydı, kesinlikle.
Bildirgenin açıklanması her şeyi bir anda güllük gülistanlık hale getirir mi, zordan öte.
Bir kere Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün iyi niyetinin altını çizmek gerekir. Problemi görüyor olmak ve tedavi için çare arıyor olmak da o iyi niyetin uzantısıdır.
Bildirgeyi okudum. Her madde, başlıklarıyla da içerdiği maddelerle de, bir yargı insanı için olmazsa olmazlardan oluşuyor. Bağımsız, tarafsız, insan onuruna saygılı, insan hakları konusunda hassas, herkese eşit davranan, dürüst ve tutarlı, yargıya olan güvenin temsilcisi, mahremiyeti gözeten, mesleğe yaraşır şekilde hareket eden, yetkindir ve mesleğine özenle davranır…
Bunlar evrensel anlamda yargı mensubunda aranan değerlerdir, ayrıca sayın Bakan’ın da ifade ettiği gibi bizim medeniyetimizin ana dayanakları arasındadır.
Böyle bir bildirgeye geliş ve yargının ana ölçülerinin yeniden hakimlere -savcılara hatırlatılması Türkiye’de bu alanda problemler yaşanıyor olmasının sonucudur.
***
- Olağanüstü dönemler Türkiye’de yargıyı etkilemiş, o dönemin etkin güçleri yargıdan normalin dışında beklentiler içine girmişlerdir. Bütün Cumhuriyet tarihinde bunun örneklerinin bulunduğunu yazarak gelmekteyiz.
- Bizde, kitle iletişim araçları problemli konuların yargıda halledilmesine razı olmama eğiliminde olmuşlar ve yargıdan önce yargısız infaz yapmayı gelenek haline getirmişlerdir.
- Yargı sürecinde hakim ve savcıların adil yargılama yapacaklarına güvenmek yerine, dışardan süreci etkilemek gibi yöntemler alışılagelmiş sapmalar durumundadır.
- Bazı durumlarda savunma yapmak, cesaret meselesi haline gelmektedir.
- Sanığa peşin suçlu gibi bakmak genel sapmalarımızdandır.
- Siyasi, askeri, mali, mafyatik güç odaklarının kimi zaman tehditle, kimi zaman başka yollarla yargı üzerinde sonuç alabildiği de bir gerçektir.
***
Şu saydığımız hususlar bile yargının sakatlanması için yeterli olabilir.
Türkiye’nin bu alanda fotoğrafını çektiğimizde, elimize çok hoş görüntüler çıkmıyor.
15 Temmuz sonrası yaşanan süreç yargı açısından başlı başına değerlendirilmesi gereken bir mahiyet taşıyor. İçişleri Bakanı’nın verdiği bilgiye göre 511 bin kişiye gözaltı uygulanmış, 30 bin kişi tutuklu… Bir ‘Mor Beyin’ olayı yaşandı, 10 bine yakın insana “Pardon” dendi. Sayın Bakan sık sık “Pardon” diyen bir adaletin sorunlu bir adalet olduğunu daha önce ifade etmişti. Ben biliyorum, ilk derece mahkemesi savcısında başlayan bir yanlış delil kullanımı, mahkeme tarafından kopyala yapıştır usulü ile karara yansıyor, onu kopyala yapıştır usulü ile İsti’naf kullanıyor, onu Yargıtay kullanıyor… Niye? Çünkü böyle zamanlarda böyle karar vermek, yargı mensupları için daha garantili oluyor.
15 ay tutuklu kalıp iddianamesi yazılmayan, iddianame yazıldığında da üç ay sonra mahkeme günü veren bir yargı insanları içerde tutmayı sorun telakki etmeyen bir yargı görünümü vermez mi?
Yargıya siyasetin en tepe noktalarından görevlendirmeler yapıldığı, bazen karar örnekleri sunulduğu bir zeminde, yargıcın bu etik değerler çerçevesinde karar vermesi kolay olmuyor. “Viran olası hanede evladü ıyal var” öz deyişi, böyle durumlar için söylenmiş olmalıdır.
Gene de böyle zamanlarda Adalet bakanlarının “Etik hassasiyet”in peşinde olmaları çok çok önemlidir. Dışardan bakıldığında onların konumunu da riskli görsek bile, hani denir ya, tarihe not düşülmüş oluyor hiç olmazsa.
Adalet bir ülkenin medeniyet seviyesini gösteriyor. Dünyada adalet konusunda sorunlu ülkeler arasında zikredilmek iyi bir şey değil. Terör vs gibi zorluklarımız var, doğru, ama o zorlukların içinden bile adaleti bulup çıkarmaktır hüner. Tüm adalet kırılmalarını “Ne yapalım”a bağlamak değil.