Bahçeli’nin el sıkışma ve benim “Öcalan açılımı” diye nitelediğim hamlesine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nasıl baktığı henüz ortaya konmamış olsa da özellikle Kürt siyasetinden kredi açanlar yok değil.
DEM mesela ve Selahattin Demirtaş mesela. Daha önce de altını çizdim, Demirtaş, kendisini Kandil ile birlikte dışarda tutmasına rağmen, Bahçeli’nin çağrısına kredi açtı. Üstelik sıcağı sıcağına Kandil kaynaklı TUSAŞ saldırısına en sert tepkiyi koydu.
Peki Kürt siyaset yapıları ne bekliyor olabilirler Bahçeli’nin başlattığı süreçten?
Öcalan’ın “çatışma ve şiddet zemininden” çıkarıp içine çekebileceğini iddia ettiği “hukuki ve siyasi zemin” ne?
Kürt siyasi liderlerin “Kürt sorunu” tartışmalarında zaman zaman seslendirdikleri “maksimalist” öneriler var.
Devletin de, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından bu yana zaman zaman farklılaşsa da “kırmızı çizgileri” bulunuyor.
Aradaki farktan da, 100 yıllık çözümsüzlük ve on binlerce insanın hayatına ve Türkiye’nin kaynak kaybına yol açan çatışma süreçleri çıkıyor.
“Çözüm süreci” diye nitelenen arayışlar ise, Devletin kırmızı çizgilerde ne kadar esneyebileceği, Kürt hareketinde, bir boyutu silahlı hale gelen odakların nerede nasıl bir uzlaşma zeminine varacağı bilmecesini ifade ediyor.
Bugüne kadar devlet kimi adımlar attı, halk zemininde Kürtlerde kimi tatminler oluştu, ama örgütlü yapılar, özellikle silahlı yapılar devreden çıkmadı, üstelik silahlı yapıların uluslararası odakların projeleriyle dirsek teması oluştu.
Bu arada, komşularda, Irak’ta, özellikle son dönemde Suriye’de, Kürt varlığı Türkiye’dekinden farklı yapılara dönüştü.
Türkiye Kürtlerinin hem Türklerle ilişkiler ağı hem ülke sathına yayılış biçimiyle hem Irak’tan hem Suriye’den farklı olduğu hemen herkesin kabul ettiği bir gerçeklik. O yüzden de bir “Çözüm arayışı”ndan söz edilecekse bunun birebir Irak ve Suriye modelinde olmayacağı da kabul ediliyor.
Buna rağmen Ankara’nın uzun vadeli kaygılar taşıdığı da bir vakıa. Onun için de olayı sadece terörle mücadelenin ötesinde çözüm arayışları halinde devreye sokuyor.
Sanki gerek 2013 – 2015 çözüm süreci hamlesi ve şimdiki Bahçeli’nin açtığı parantez, gerekse ilk açılımdakine benzer şekilde henüz “gövdesini koyarcasına” sahiplenmiş gözükmese de “bir fırsat penceresi açıldığı”ndan söz eden Cumhurbaşkanı Erdoğan bu arayışı ifade ediyor. Bu defa gövdeyi Bahçeli koymuş durumda ve belki de Kürt siyasetçiler, ilk çözüm sürecine karşı en sert tepkiyi koyan Bahçeli’nin devreye girmesini daha “umut verici” olarak görüyor ve sahipleniyorlar.
İster Meclis’te, ister daha mahrem zeminlerde olsun -Meclis’te olması ve olabildiğince şeffaf olması her durumda tercih edilmeli- herhalde Kürt siyasetçilerin beklenti çerçevesi şu olacaktır:
-Öyle bir çözüm bulunsun ki, Türkiye Kürtleri silâhlı mücadeleyi asla gerekli görmesinler.
-Öyle bir çözüm bulunsun ki, Türkiye Kürtlerinin gözü asla dışarda olmasın. Yani ne Irak’a özensinler ne Suriye’ye, dolayısıyla küresel odakların bölgeye ve özellikle Türkiye’ye ilişkin projeleri akim kalsın.
-Öyle bir çözüm bulunsun ki, Türkiye hem gelişmişlik hem insan hakları ve hukuk açısından dışardaki Kürtlerin de özeneceği bir ülke olsun.
Bunların genel çerçeve olduğu açık. “Öyle bir çözüm bulunsun ki…” dendiğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bile şikâyet ettiği “anne ile oğulun ana dilinde anlaşamaması” hadisesi yanında pek çok madde sıralanacak. Diyarbakır cezaevleri olmasın, köy yakmalar olmasın, beyaz Toroslar olmasın, faili meçhuller olmasın, kayyımlar olmasın…
Kürt siyasetinin masaya koyacağı maddeler, bizim için, yani Kürt olmayanlar için şaşırtıcı, kabul edilemez bulunabilir. Devlet – Toplum ilişkilerinde yıllar içinde herkesin bir zihinsel koordinatı oluşmuş durumda. Uzunca süre, devlet zihniyetine hakim laiklik yorumları dindar insanları bunalttı mesela. Alevilerin şartları sıkıntılı mesela. Kürtler de devletin etnik bakışlarını, kendilerinin çok çok uzun süreler “Kart – kurt”a indirgenmesini ve “Türklüklerini ispat” politikalarını sorunlu görüyor.
Acaba şimdi Bahçeli ne diyor? Erdoğan ile Bahçeli nerede buluştu?
Bahçeli’ye tepki gösteren milliyetçi siyasi yapılar ne diyorlar?
Bir gerilim oluşacağı muhakkak da, bu gerilim nerede durulacak ve durulduğu noktada Sisif’in taşıdığı kaya yeniden dibe yuvarlanacak mı?
Türkiye, ülkesinde yaşayan her bireyin, ırk, din, mezhep veya başka farklılıklar ayırt edilmeksizin kendisini “Devletin en çok önemsediği insan” gibi hissedeceği bir ülke haline gelebilseydi belki bunca zaman pek çok derdi de yaşamıyor olabilirdik.
100 yılı aştık hâlâ o devlet zihniyetini arıyoruz. Onu başaramadığımız için de dışarda birileri bizimle, bölge ile oynuyorlar.
“Devlet aklı” son zamanlarda çözüm arayışlarında çok geçiyor. Kimi zaman da devlet aklının nasıl çalıştığı noktasında kuşkulara kapılıyoruz. Şimdi yeni bir sınavdayız. Erdoğan’ın sessiz kaldığı “Devlet” Bahçeli’nin öne çıktığı akıl “Devlet aklı”mıdır, yarınlarda, “Kürt sorunu” bağlamında onu çözeceğiz. Oradaki çözüm Suriye’yi de çözecek, Irak’ı da… “Devlet aklı” sınavda…