AYM’ye karşı savaş baltaları

Ahmet Taşgetiren

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, ikinci defa ve “Hukuki değeri yok” yaklaşımıyla, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’la ilgili “hak ihlali” kararına uymayacağını açıkladı, kararına deyim yerinde ise AYM’yi boy hedefi haline getiren zehir zemberek de bir gerekçe ekledi.

3. Ceza Dairesinden çıkan değerlendirmeye bakıldığında problemin “Bireysel başvuru” alanında odaklaştığı, ancak çok daha geniş bir “AYM dosyası oluşturulduğu” görülüyor. Daire, “Fehullah Gülen, Murat Karayılan” gibi isimleri de sayarak “Bunlar bireysel başvuruda bulunursa, Cumhurbaşkanının meşruiyeti tartışmaya açılırsa AYM bu bireysel başvuruları görüşecek mi?” gibi provokatif bir soruyu da seslendirerek, damardan bir tartışma yürütüyor.

Aslında, AYM’nin konumu ile ilgili tartışma yeni değil. 3. Ceza Dairesi’nin mütalaasında geçen “Jüristokratik yapı” ithamı da yeni değil. Daha önceleri siyaset kurumu tarafından seslendirilen ve Danıştay’ın da dahil edildiği bu suçlama, şimdi bir yargı kurumunun mütalaasına giriyor.

Yargıtay’ın bu alandaki itirazı da yeni değil. Yargıtay, AYM’nin kendisini de temyiz eden bir üst temyiz kurumu haline gelmesine öteden beri itiraz halinde. İtiraz, 3. Ceza Dairesinin güncel mütalaasına şu şekilde yansıyor:

“AYM, anayasal yetkisini sürekli arttırmak ve kötüye kullanmak suretiyle kendisinin daha önce norm denetimi sırasında sıkça dile getirilen yasama organı üzerinde vesayet organı olduğuna yönelik eleştirilerin, bireysel başvuruya ilişkin yetkinin verilmesi üzerine tüm yargı üzerinde de ortaya çıkmasına neden olmuştur.

“…..kesinleşen kararları işin esasına girip tekrardan ele alarak değerlendirdiği, bu uygulamalarının hukuk güvenliğini tehdit ettiği ve kaos oluşturduğu anlaşılmıştır.

“AYM’nin süper temyiz merci gibi davranarak Yargıtay ve Danıştay’ın anayasal yetki alanlarına müdahale etmesi halinde ortada hukuki değerden yoksun ve yasal yetkiler aşılmak suretiyle verilen bir karar bulunacağından, anayasayı ihlal eden AYM’nin kararına uyulmayacaktır.

“AYM’nin süper temyiz merci gibi davranarak verdiği Atalay kararına hukuki bir değer izafe edilemediği için uyulmaması nedeniyle anayasanın 148. Maddesinde öngörülen bireysel başvuru hakkını ihlal eden Yargıtay değil, önüne gelen başvurularda yasal yetkilerini aşarak bir nevi süper temyiz merci gibi davranması nedeniyle sürekli iş yükü artan ve bu nedenle iş yapamaz hale gelen Anayasa Mahkemesi’nin bizatihi kendisidir.”

Şu yukardaki paragrafta 3. Daire, tavırlarının bireysel başvuru hakkını ihlal anlamına gelmediğini ifade etse de, aslında sorgulananın “Bireysel başvuru hakkı”na yönelik olduğu açık. Çünkü öyle ifade edilsin ya da edilmesin “Bireysel başvuru hakkı” bir tür üst temyiz talebi niteliği taşıyor.

Çünkü bireysel başvuru “yasal süreç”in bitmesi halinde devreye giriyor. Peki yasal süreç nasıl bitiyor? En üst temyiz mahkemeleri olan Yargıtay ve Danıştay’da davaların sonuçlanması ile…

Kişiler bu safhalarda “Adalete ulaşamadıkları”na inandıkları takdirde AYM’ye başvuruyorlar.

Daha önce bu tür başvurular Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’ne gidiyordu. Türkiye, AİHM’e başvuru hakkını da tanımış, hatta Ak Parti iktidarı döneminde (7 mayıs 2004) AİHM kararlarının “Üst norm” haline gelmesini Anayasa’ya koymuştu.

AİHM’e başvuru da “Türkiye’de yargı sürecinin sonlanması”na, yani kişilerin kendi ülkelerinde “Adalete ulaşamadıkları”na inandıklarıyla alakalıydı.

“AYM’ye bireysel başvuru” Türkiye’den AİHM’e başvuruların olağanüstü artması sonucu devreye girdi ve AİHM, “AYM’ye başvuru”yu bir hak arama yolu olarak kabul etti. Bu aynı zamanda AYM kararlarına güven anlamına da gelmekteydi.

Peki Türkiye neden AİHM yargısını bir üst adalet arama yolu olarak kabul etmişti?

Ortada imzaladığımız ve uymayı taahhüt ettiğimiz bir “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” vardı da onun için… O sözleşmeye imza attığımız için Avrupa Konseyi üyesi de olmuştuk bu arada…

Şimdi belli ki AİHM’den rahatsızlık var. Kimi AİHM kararlarına uymuyoruz. AİHM’le ve AİHM kararlarının uygulanmasını takip eden Avrupa Konseyi ile problemliyiz.

Can Atalay’la ilgili sorun, “Bireysel başvuru” konusunda kendi Anayasa Mahkememizle de problemli hale geldiğimizin göstergesi… AYM’nin Osman Kavala, Selahattin Demirtaş kararları ile de problem yaşanıyor. Yüksek Mahkemenin HDP’ye hazine yardımı konusundaki kararı da, suçlamalara hedef oluyor.

“Normal süreçte adalete ulaşamamak” belli ki, bir ülke gerçeği. “Neden böyle oluyor?”un pek çok cevabı var. “Yargının siyasal etki altında kalmış olması” belki birinci sebep… Olağanüstü durumlar, adaleti de olağanüstü psikolojiye sevk ediyor, bu da, kişilerin hukukunun çiğnenmesine yol açıyor olabilir. Devlet, bireysel başvuru ile, bir noktada kendisini uluslararası denetimle de bağlayarak bir anlamda adaletsizliği minimize etmeye çalışmış. Bu çok olumlu bir durum.

Ama şimdilerde kafalar karışmış durumda. Siyaset, adalet konusunda sorgulanmaktan rahatsız. O rahatsızlık Yargıtay üzerinden bir meydan okuyuşla, bir başka önemli yargı kurumunu sarsmanın hedeflendiği bir noktaya gelmiş bulunuyor. Bunun bir sonraki merhalesinin AİHM’le ilişkiye yansıyacağı açık. Bir yerlerde AİHM’i de hizaya çeken bir mütalaa hazırlanmış mıdır? Yoksa Yargıtay 3. Ceza Dairesi, bu meydan okumayı başına buyruk bir tavırla mı gerçekleştirmiştir?

X hesabından bir açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı hukuk danışmanı Mehmet Uçum’un 3. Daire ile çok paralel değerlendirmelerine bakıldığında, -eğer bu başına buyruk bir değerlendirme değilse- Külliye’de de AYM’ye yönelik bir tırpan hazırlığı bulunduğu anlaşılıyor. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seslendirdiği “Hakemlik”ten öte bir operasyon… Belli ki bizzat Erdoğan’ın atadığı isimlerin de bazı kararlarda ittifak etmesi, çoük tepki çekmiş bazı muhitlerde… Görelim bakalım ne olacak?

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (63)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.