Anayasası oturmamış bir ülkeyiz. İlk Anayasa sayılacak Kanun-i Esasi’nin ilanından (23 Aralık 1876) bu yana 148 yıl geçmiş. Bu araya, 1921, 1924 anayasaları, sonra değişiklikler, değişiklikler, 1961, 1982 anayasaları, sonra yine değişiklikler ve bugün biz yine yeni anayasa yapımını konuşuyoruz.
Hatta, kuvvetler birliği – kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, tek adam yönetimi, Türk - Türkiyeli vs. gibi temel konuları konuşuyoruz. Daha vahimi ‘Beka meselesi’ni konuşuyoruz.
Taha Akyol’un, alt başlığında “Tek Partiden Cumhurbaşkanlığı sistemine 100 yıl” ifadesi bulunan “Atatürk Anayasası 1924” kitabı Ramazan’ın son günlerinde çıktı. Bayram öncesinde gazetede, “Bayramda okursunuz” diye imzalayarak verdi.
Bayramda okudum. Bu küçük hacmin içine, nerede ise Türkiye’nin bütün anayasa serencamını derceden bir çalışma olmuş bu eser.
Bu günlerdeki anayasa yönetim tartışmaları için de önem arz eden pek çok konunun altı çizilmiş hiç şüphesiz.
1924’te, bütün üyeleri “Gazi” tarafından belirlenen tek partili, yenilenmiş Meclis’te, “kuvvetler birliği” perspektifli, yani bütün yetkiyi “Gazi”de toplayacak bir anayasa yapmaya kalkıldığında bile ortaya çıkan tartışmalara bakıldığında, bir, anayasada kural koymanın ne kadar çetin bir sorumluluk gerektirdiğini, iki, tek elden belirlense bile insanların tek tipleştirilemediğini, “Gazi merkezli” düzenlemelere ciddi tepkiler olabildiğini görüyorsunuz.
Mesela en çetin tartışmalar, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshetme ve seçimlere gidilebilmesini düzenleyen 25’inci madde üzerinde cereyan ediyor. Bir daha hatırlatalım, bu Meclis Mustafa Kemal’in sandığa gidecek isimleri tek tek belirlediği bir Meclis… Ama Mustafa Kemal’in “Tek Adam” olmasına yönelik endişe, bütün müzakereler sırasında zihinlerde deveran ediyor ve itirazlar yükseliyor. Sonuçta da, muhalefetin itirazları istikametinde “Cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisi verilmeyen” bir düzenleme gerçekleşiyor.
Tartışmalar sırasında, Mustafa Kemal’e bağlılığı tartışma götürmez isimlerden, Taha Bey’in “Kemalizmin önde gelen ideologlarından” diye tanımladığı İzmir Mebusu Mahmut Esat Bozkurt, Meclis’te yaptığı konuşmada fesih yetkisinin “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir umdesini zaafa uğratacağını” ifade eder, ardından muhalif tavırlı Vatan gazetesine yazdığı makalede de “Cumhurbaşkanına bu yetki verilirse, aynı yetkiyi yarın inkılapçı olmayan bir Cumhurbaşkanının da kullanacağı”nı belirtir. Şunları yazar:
“Yine kim temin edebilir ki hükümet daime ve her vakit inkılapçıların elinde kalacaktır. İhtilal tarihlerinin çok nankör, çok çileli, çok vefasız tecellileri vardır. Her şeyi hesaba katmak, tedbirleri almak lazımdır. Bugünün çoğunluğu yarının azınlığı olabilir. Halihazırda iktidarda bulunanlar gelecekte yerlerini terke mecbur kalabilirler. İnkılap herhangi bir günde çıkması muhtemel muhtemel düşmanlarına eliyle satır veremez.“
Bu ifadelerin, bizde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tartışmalarında “Erdoğan’ın yetkileri yarın başkası tarafından da kullanılırsa…” ihtimali bağlamında tekrarlandığını hatırlatmamıza bilmem gerek var mı?
O Meclis’te benzeri bir tartışma Cumhurbaşkanı’na “Başkumandanlık” yetkisi verilmesi üzerinde yaşanıyor. Mustafa Kemal’in başkumandanlığına itiraz yok. Milli Mücadele’nin henüz akabindeyiz. Ama o makam için liyakat de gerekmiyor mu? Ya gelecekte o liyakati gösteremeyenler Cumhurbaşkanı olursa…
Taha Bey, burada Eskişehir mebusu “Ayıcı” diye bilinen Arif Bey’in itirazına yer veriyor. Ayıcı Arif’in iki itirazı vardır: Birincisi, “Cumhurbaşkanına başkumandanlık verilmesinin sebebi Gazi ise, bir daha onun dehasına sahip bir asker gelmeyecek, siviller de cumhurbaşkanı olacaktır.“ İkincisini ise şöyle anlatır:
“Arif Bey (Eskişehir) “-Efendiler! Başkumandan mutlaka mes’ul bir zat olmalıdır. Mesuliyeti olmayan bir zata başkumandanlık tevdi edilmez. (Doğru sesleri) Mes’uliyetsizlik yüzünden memleketin başına bir çok felaketler gelmiştir. Bir çok evlad-ı vatan ölmüştür. Fiillerinden ve hareketlerinden mes’ul olmayan kumandanlar ufak bir ihtirası için, ufak bir şöhreti için, ufak bir nam için binlerce evlad-ı vatanı kırdırmaktan çekinmezler ve çekinmemişlerdir.”
Bu anayasa hareketlerinde ilginç bir durum da, Kanuni Esasi yapılırken “Padişah’ın yetkilerini sınırlama” ana yaklaşım iken, Padişah da bu psikoloji içine sürüklenmişken, 1924 Anayasasının yapımında Milli Mücadele’yi yönetmiş bir kumandanın psikolojik üstünlüğü içinde yetkilendirilmesi olgusunun söz konusu olmasıdır. 1924 Meclis’i, millet iradesi ile “Kurtarıcı Komutan” iradesi arasında denge arayışlarına sahne olmuş bir Meclis’tir.
Meclis’te bu tartışmalar, itirazlar olur, düzenlemeler o istikamette yapılır ancak bu düzenlemeler, sonra gelecek olan istiklal mahkemeleri, takrir-i sükun gibi fiili durumları engelleyemeyecektir.
Sonunda ‘Sistemi oturmamış Türkiye’ gerçeği günümüze kadar uzanacaktır.
Taha Akyol’un kitabı, günümüze de ışık tutan, daha doğrusu o perspektifi ihtiva eden bir çalışma… Bu süreçte okunmasının tartışmalara daha bir anlam katacağı kuşkusuzdur.