Ali Babacan’a FETÖ’den soruşturma açılması olayı, FETÖ davalarında ilginç bir safhayı daha Türkiye gündemine taşıdı.
Olay, öncelikle soruşturmanın açılma seyri bakımından dikkat çekici. Babacan bakanlıktan ayrılalı yıllar olmuş. FETÖ davaları başlayalı yıllar olmuş. “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmaları başlayalı yıllar olmuş. Bir gün Babacan’ın parti kuracağı haberleri piyasaya düşmeye başlıyor ve düğmeye basılıyor. Önce Hazine’de çalışan birisinin “Bakanlığı sırasında bürokrasiyi FETÖ’cülerle doldurdu” tarzında bir suç duyurusu, ardından soruşturma…
Aklınıza gelen soru tam da bu alandaki yargı problemini ortaya koyuyor: Babacan parti kurma girişiminde bulunmasaydı bu soruşturma açılır mıydı?
Demek ki bizde yargı bir takım siyasi hesaplarla giyotin görevi ifa edebiliyor.
Olayın ikinci safhası Bülent Arınç’ın bir tv programındaki çıkışı ile devreye giriyor.
Buna geçmeden önce Arınç ile ilgili bir hususa daha işaret etme gereği duyuyorum. Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliği, alınacak maaş tartışmaları içinde Arınç kendini savunuyor ve aldığı parayı nereye sarf edeceğini söylüyor. Şunlar onun sözü:
“Buradan gelecek olan para ne kadarsa yarısını burs, yarısını da KHK’larla mağdur olan binlerce kişi var. Daire başkanı adam, dava açılmamış, takipsizlik kararı alınmış, ama görevine iade edilmemiş. Bir kısmının eşi evlere temizliğe gidiyor, yumurta satıyor. KHK’larla işlerinden atılmış, beraat kararı almış, kovuşturmaya yer olmadığı kararı alınmış insanlar var. Benim çevremde, ailemden insanlar var.”
Arınç kendini savunuyor ama bu arada FETÖ davaları içinde yaşanan bir dramı da kamuoyu gündemine taşıyor. Demek ki neymiş: KHK mağduru binlerce kişi varmış. Takipsizlik kararı almış, ama göreve iade edilmemiş. Bir kısmının eşi temizliğe gidiyormuş.
Olayın ikinci safhası, dedim ya…
Babacan’a soruşturma haberinden sonra Kübra Par’ın Habertürk tv’deki programına çıkıyor Bülent Arınç. Kendisine Babacan soruşturması soruluyor. Önce “Acaba bütün bunlar bir kurgu-kumpas işleyişi içinde mi cereyan ediyor!..” diye bir cümle kuruyor. Ardından “Eğer bunu Ali Babacan’ı engellemek için yapıyorsanız, bu aksine parti kurmasını çabuklaştırır…” diye ilave ediyor. Daha sonra da: “Felaket! Çok yanlış. Sayın savcı şunu bilsin. Bakanlar Kurulunda ortak sorumluluk esastır. Bunu düşünsün ve aklını başına alsın…” notunu ekliyor. Sözlerinin bam teli de şu cümlelerde odaklanıyor:
“Bu savcılar hukuku biliyorlarsa bence Sayın Cumhurbaşkanımıza ve bugünkü hükûmete karşı bir yanlışın içindeler…”
Kübra Par hemen soruyu soruyor:
“Hukuken mi siyaseten mi?”
Arınç devam ediyor:
“Hukuken de yanlış, siyaseten de yanlış. Bir bakanın yargılanması için Anayasada özel hükümler vardır. Yani bir bakanın icraatı içinde soruşturmaya konu olacak bir şey varsa, burada bakanlar kurulunun ortak sorumluluğu esastır. Siyaseten de yanlış… Demek o günkü başbakana gücün yetmiyor, bu yüzden onun bakanından hesap sormaya kalkıyorsun. Yarın onun avukatı mahkemeye gelip ortak sorumluluğun bakanlar kuruluna tevcih edilmesi gerekir dese, evet ben de bunu istiyorum mu diyecek? Sayın Savcı bunu düşünsün ve aklını başına alsın…”
Bu gelişmelerin peşinden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına karar veriyor ve dosya rafa kaldırılıyor.
Size göre nasıl bir şey oluyor burada? Arınç ne diyor ki dosya rafa kalkıyor?
Bülent Arınç’ın savcıya hitaben “Aklını başına al ey savcı!” demesi gelişigüzel seçilmiş ifadeler değil. Demek istiyor ki “Sen Babacan’a soruşturma açarken aslında “Dönemin Başbakanı” olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldığının farkında mısın?” Hatta böyle bir niyet olabileceğinden kuşkulandığını da anlıyorsunuz sözlerinden.
Olan bitene baktığınızda Babacan’ın, “sorumluluk taa yükseklere ulaşabilir ihtimali”yle FETÖ soruşturmasından kurtulduğunu anlıyorsunuz.
Babacan – FETÖ şu bu… O günkü iktidar döneminde içinde “İMAM” bulunmayan devlet kurumu mu vardı? Her şey hep birlikte yapıldı. Bugün ise altta kalanların canı çıkıyor. “KHK mağdurları evet büyük mağduriyet yaşıyor”, ama onun ötesinde bizatihi “yargının mağdurları” da var. Ne de olsa herkes “ortak sorumluluk” alanına girmiyor! Ahmet Altan ile Nazlı Ilıcak’ın “Hükümeti devirme suçu işlemediği”ni, dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbetlik olmadığını taaa Yargıtay’da görmedik mi! Alman Gazeteci Deniz Yücel’e haksızlığın tazminatı da AYM’den çıkmadı mı? Türkiye’nin en büyük sancı alanı Yargı’dır vesselam.