Genç ölümü her durumda yakıcıdır. Kendi canına kıymak ise acıyı katmerlendirir. Ailenin yüreğine kor düşer. Annenin, babanın, kardeşlerin… Unutulmaz, bir türlü çözülmez bir acı yumağıdır geride kalan… Geride kalan evin her karesine yürek yangısı çöreklenir; kurtul kurtulabilirsen.
Ah Enes, keşke bir yolu bulunsaydı sana, yüreğini kıskaca alan duygulara ulaşmanın ve onları gidermenin… Şimdi tüm “keşke”ler anlamsız.
Enes Kara’nın acı sonu, bir kere daha geldi, Türkiye’nin bilinen tartışmalarına eklemlendi, burası ayrı bir acıdır.
Türkiye’nin bilinen tartışmaları…
Çocuklara, gençlere din eğitimi verilmesi, dindar gençlik yetiştirilmesi, onların sokağın ve sokak diye okunabilecek tüm alanların olumsuz etkilerinden korunması, bunun için steril ortamlar oluşturulması, steril ortamın kurucuları ve koruyucularının insan ilişkilerinin kalitesi, steril ortamlarla sokağın uyumu – uyumsuzluğu ve gençlerin – çocukların bu ikilemi nasıl çözecekleri, çözerken ruhlarında oluşacak gerilimle nasıl başa çıkacakları, anne – babayı memnun etmekle kendi hayatlarını biçimlendirme arasında oluşacak açı farklarını nasıl dengeleyecekleri, siyasal farklılaşmaların içinde bulunan ortama yansıması, bunun oluşturabileceği gerilimlerin yönetimi…. Daha sonra eğitimin yükü, gelecek kaygısı vs…
Enes’in kamuoyuna duyurma gereği duyduğu hususlar elhasıl…
Cemaat evleri, yurtları, kursları…
Ergenlik çağından, belki daha erkenden başlayan ve nerede ise üniversite sonuna kadar devam eden birliktelikler…
Soru şu: Ne veriliyor bu süreçte çocuklara, ergenlere, gençlere?
Bunun peşin cevabı “Din ve ahlak” olmalı. Bununla birlikte “okul başarısı” sayılabilir.
Bu işleri Gülen yapılanması üzerinden konuşmak belki daha kolaydır bugün. Çünkü tüm dini yapılar, o yapıyı dışlama noktasında hem-fikir hale gelmişlerdir.
O zaman hatırlıyorum, bu yapının gençlerle ilgisinde en öne çıkan eleştiri, “çocukları ailelerinden kopardıkları” yönündeydi. “Adanmışlık” ve diyelim evde saçını süpürge edip kendisini yetiştiren anneyi tek başına bırakıp Moğolistan’a karın tokluğuna öğretmen olarak gitmek böyle sağlanıyordu. O zaman bu eleştiriyi ifade ettiğim bir Cemaat mensubu “ailenin çocuklarını eti sizin kemiği benim diye bırakmaması” gerektiğini söylemişti.
O yapının muhasebesi yapılabiliyor şimdi. Peki başka yapılara da aynı muhasebe mantığıyla bakabiliyor muyuz?
Dini hassasiyetleri de bulunan psikiyatristler davet edilse de sorulsa bir, bu ortamlardan kendilerine gelen kız – erkek gençlerin hangi sorunlarla baş etmeye çalıştıkları…
Enes gitti şimdi. Mesela onun kaldığı yurdun – evin kurucuları, yöneticileri, belletmenleri vs… nasıl bir özeleştiri yapmışlardır? Belli ki yara, dini duygular alanında açılmış. Enes’in geride bıraktığı mesaja o yansıyor. Babanın açıklaması, o yapının islâmî hüviyetine yönelik güveni yansıtıyor. Belli ki aile de yakalayamamış Enes’in içindeki fırtınayı, o yapı da… Şimdi Enes’le birlikte orada bir şeylerin yanlış gittiği konuşulabiliyor. Ya Enes canına kıymasaydı -keşke kıymasaydı- oralarda her şeyin normal olduğunu mu düşünecektik?
Böyle yapılar var memleketimizde. “Dini eğitim veren” okul, kurs, yurt niteliğinde, yatılı – gündüzlü pek çok yapı var. Buralarda eğitim gören veya barınan çocuklar, genellikle “aile hassasiyeti” ile geliyorlar buraya. Belli ki aileler bunu bir ihtiyaç olarak görüyor. Bence de bu bir ihtiyaç.
Ancak tüm bu yapılarda sağlıklı bir dini eğitim verilip verilmediği kadar, insan ilişkilerinin ve pedagojik ortamın nasıl oluşturulduğu konusu da önemlidir. Çünkü bu mesele, din eğitimini ya tamamlamakta ya da aksine yüklemeler yapmaktadır. Kur’an öğretilirken vurulan bir sopanın ya da kulak çekmenin, hayat boyu unutulmadığını bugün artık hocalık seviyesine gelmiş olanlar anlatırlar. Bir yurtta sabah namazına kaldırma işlemi, belki de o yurdun pedagojik kimliğini ortaya koyar.
Torunlarımız var, onların din kültürü ve ahlak bilgisi dersine gösterdikleri ilgiden öğretmenlerinin pedagojik formasyonuna ilişkin izlenimler edinebiliyorsunuz. Belli ki çocuk o yaşlarda öğretmenin tavrına göre ya sevecek o dersin tüm bağlantılarını, ya da soğuyacak…
Yaşanan çok travmatik olaylardan bir ders çıkarmak gerekiyor.
Evet ülkede inanç özgürlüğü adına bir hayli ilerleme oldu. Ama bu iklimi, herkesin kendi keyfine göre din aktarımı yaptığı bir başıboşluğa dönüştürmemek gerekiyor. Bedeli çocuklarımız ödüyor, onların yüreklerini sarsıyor büyüklerin yanlışları. Ve ülkenin yarınına özellikle manevi ilişkiler noktasında çok sorunlu bir gençlik dünyası bırakılıyor.
BİR ŞEY DAHA
Şu genç işsizliği var ya. Okuldan mezun olup yıllarca iş aradıktan sonra ümitlerin yıkılması var ya… “Ev genci sendromu” var ya… Yurt dışında gelecek arama çabaları var ya… İşte onu ciddiye alın derim ben. Onların gözlerinde ışıltı yok beyler. Yürekleri sıkışıyor o çocukların…