14 Ağustos 2023, Ak Parti’nin 22’inci kuruluş yıldönümü idi.
22 Yıla bu partinin “Gülen cemaati” diye başlayıp, “FETÖ” ile devam eden ilişkisi açısından da bakmak yararlı olur diye düşünüyorum. Çünkü bu ilişki ister yan yana, iç içe olsun, ister karşı karşıya iktidarın tüm kimyasını etkilemiş, daha acısı ülkenin hukuk kimyasını da bozmuştur. Hadi süreci takip edelim:
Ben hep, Ak Parti’nin yola çıkışında 28 Şubat sürecinden gelen bir “Meşruiyet kaygısı” bulunduğunu, içerdeki bu meşruiyet kaygısını ABD ve AB ile yakın iş birliği ile göğüslemek gibi bir yolun takip edildiğini düşünürüm.
Normalde Milli Görüş çizgisi, Gülen’e mesafelidir. Gülen’in 28 Şubat sürecinde Erbakan’a yönelik olumsuz tavrı ve başörtüsü konusundaki çıkışı da bu mesafeyi artırmış olmalıdır.
Ancak Ak Parti iktidarında Gülen ile ilişki bir noktada devreye giriyor. O nasıl ve hangi tarihtedir bilemiyorum.
Ancak Ergenekon ana davası FETÖ’cü oldukları bilinen Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın tarafından 25 Temmuz 2008’de açıldığına göre ve bu hamlenin iktidardan habersiz olmayacağı kolayca tahmin edileceğine göre bu temas en azından 2008’den çok önce olmalıdır.
Acaba bu ilişkide 2007’de verilen e- muhtıranın ve ardından gelen 2008 kapatma davasının etkisi var mıdır?
Ergenekon, Balyoz vs davaları, bir anlamda iktidara, askeri kesimden gelecek tehlikeleri göğüsleme imkanı sağlamıştır.
İktidar cenahı daha sonra, bu camia ile ilişkiler bozulmaya başladığında bu davaların “Kumpas” olduğunu açıklayarak, hukukun rakipleri tasfiye için camia ile birlikte kullanıldığını itiraf etmiştir.
Erdoğan’ın “Ne istedilerse verdik” sözü hangi tarihleri kapsıyor, tam bilemiyorum.
Ama bu tarihler arasında “Camia”nın kılıcının her tarafının kestiğini, müthiş özgüven patlaması ile her dalda oynadığını biliyoruz.
Bu özgüven patlaması ile “Camia” (2005 Şemdinli ve Yaşar Büyükanıt’a dava olayını da unutmadan) sanırım önce resmen 7 Şubat 2012’de MİT Başkanı Hakan Fidan’a karşı hamle yaptığında sorun olmaya başladı. Başbakan ameliyat olacak ve ondan habersiz Hakan Fidan sorguya çağrılıyor. Cür’ete bakın.
Sonra tabii 17 – 25 aralık Yargı – Emniyet hamlesi…
Devlet içindeki “Paralel Yapı”nın cürmü meşhut halinde ortaya çıktığı tarih… Daha sonra artık yapı “PDY – Paralel Devlet Yapılanması” diye anılacaktır.
İktidar ne kadar süre ve hangi endişeyi bertaraf etmek için Yapı’nın “Paralel Devlet Yapılanması” haline gelmesine tahammül etmiştir? Yani “Yapı” hangi güçlerinden söz ederek iktidarı nasıl bir güvence verebileceğine ikna etmiştir? Asker, emniyet, yargı, halktaki etki?
Ve Yapı, devlet içine nüfuz etmiş hangi boyutlarıyla “Paralel Devlet Yapısı” diye nitelenmeye layık görülmüştür?
Şu da var: Yapı’nın Amerika ilişkisi sanki hemen herkes tarafından kabul edilen bir mütearife (tartışmasız gerçek) halinde… Acaba bu dönemdeki özellikle askeri cenaha yönelik operasyonlarda Amerika’yı da memnun edecek bir boyut var mıydı? 1 Mart Tezkeresinin reddindeki pasif tutumu sebebiyle?
…..
17 – 25 Aralık 2013 malum, iktidar tarafından “Milat” olarak ilan edildi. Yani ondan sonra artık “Gülen cemaati” “Cemaat” olmaktan çıktı, -hoş cemaat bile artık kendisini cemaat olarak değil, camia olarak nitelendiriyordu- “Paralel yapı” oldu. Emniyet’teki, Yargı’daki adamlarını kendi hesaplarına göre kullanan, iktidarın bakanlarına varıncaya kadar yolsuzluk yaftası asan bir odak…
15 Temmuz 2016’da da “terör örgütü.” Hatta hukukçular bilir ki hukuken “Terör tanımlaması” ancak 2017’de netleşecektir. “FETÖ” böyle “FETÖ” olacaktır.
Tamam, artık, 15 Temmuz’da, eline silahı, tankı, uçağı, bilmem neyi aldıktan sonra bu yapı iflah olmaz bir sürecin içine dalmıştır.
Bundan sonra ne olacaktır?
Bundan sonra iktidarın, FETÖ’yle hesaplaşma süreci başlayacaktır.
Yapı, askerde darbeye katılanlardan ya da Emniyet’te Yargıda iktidara rağmen operasyona cür’et edecek olanlardan ibaret değildir. “Cemaat” diye nitelenen geniş bir toplumsal alan mevcuttur.
Bunlar bu “Darbe girişimi”nin, “Terör” işinin neresindedir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bildiği bir şey vardır: “Bir kısmı ibadet, bir kısmı ticaret, bir kısmı da ihanet” içinde bir alan…
Bir de hukuk var. Hukukta, yasada bir kişiyi “terör”le iltisaklı hale getirmenin şartları var: Bilmek ve kastetmek… Yani terör örgütünün terör örgütü olduğunu bilmek ve terörle devlet yapısını değiştirme iradesiyle hareket etmek…
Soru şuydu: Bu yapı ile irtibatlı, iltisaklı insanlardan hangisi ya da ne kadarı, bir terör örgütünün içinde olduğunu, bu örgütün darbe girişimi dahil her türlü vahşi eyleme başvuracağını bilmekte, üstelik kendisini de o eylemin parçası olmaya hazır hissetmekteydi?
Böyle bir “hukuki” hassasiyet sergilendi mi?
İktidar, nasıl bir dönem üstelik bu yapı marifetiyle “Yargısal Kumpas”a, göz yumduysa, izin verdiyse, burada da hukuk hassasiyetini ıskalamakta bir beis görmedi. “İltisak” “irtibat” ne bulunursa bir şekilde Yapı’ya temas etmiş insanlar kapana alındı.
Sonra sonra “Yahu süreç hukuki işlemiyor” diyecek olanlar, “FETÖ’cü” diye suçlanmak endişesiyle dillerini yuttular. İktidarın geçmiş “iltisakları”nı hatırlatmak zaten kötü adam olmayı göze almak demekti…
Bugünün soruları şunlar:
-İktidar şimdi kendisini güvende hissettirecek paralel yapılar oluşmasına izin veriyor mu?
-Hukukun farklı zamanlarda farklı biçimde araçsallaştırılmasına yol açan anlayış ne zaman değişecek?