İlkokul çağında iken mahalleli arkadaşlarla, içine kıl doldurulmuş kayış topla, toprak sokaklarda oynadık.
Maraş İmam Hatip Okulu’nun futbol takımında kaleciydim. Voleybol takımında da oynadım.
Futbol maçlarını seyrederim. Oyunun akışına göre değerlendirmelerim vardır. Penaltıların kalecide ve atanda oluşturduğu duygu dünyasını anlarım.
Dünya kupası maçlarını da önemli ölçüde izledim. Fas’a, Senegal’e, Gana’ya duygusal yakınlık hissettim.
Tabii, dünyanın orasından burasından ülkelerin temsil edildiği dünya kupasında Türk Milli Takımının bulunmamasının burukluğunu da yaşadım. Bakın işte toptan vereyim katılanları da içinde Türk Milli Takımını arayın.
A Grubu: Katar, Hollanda, Senegal, Ekvador
B Grubu: İngiltere, ABD, İran, Galler
C Grubu: Arjantin, Meksika, Polonya, Suudi Arabistan
D Grubu: Fransa, Danimarka, Tunus, Avustralya
E Grubu: İspanya, Almanya, Japonya, Kosta Rika
F Grubu: Belçika, Hırvatistan, Fas, Kanada
G Grubu: Brezilya, İsviçre, Sırbistan, Kamerun
Yok, maalesef yok. 84 milyon küsurun içinden dünya kupasına katılacak bir milli takım çıkaramamışız.
Cumhurbaşkanımız gençliğinde futbol oynamış. Hala da, ortam oluştuğunda penaltı atar mesela. Bazen maça da çıkar.
Katar’daki Dünya Şampiyonasının hem açılışına (O ara Sisi ile de buluştu ya) hem kapanışına gitti. Final maçını seyretti.
O da, hüzünlenmiş midir orada bir Türk Milli Takımı bulunmuyor olmasına ve başkalarının sevincine, hüznüne ortaklık etmek zorunda kalınışına?
Eminim hüzünlenmiştir.
Peki ama böyle olmak zorunda mıydık?
Yani diyelim Güney Kore’nin temsilci gönderebildiği Dünya Şampiyonasına Türkiye olarak gönderememek, işin “fıtratı gereği” midir?!
Baktım şöyle 20 yıla… Ak Parti’nin iktidar yılları bunlar. İçine sonuncusu ile birlikte 5 tane dünya kupası giriyor.
Hadi, birincisini, olmadı ikincisini gözden çıkaralım. Ne de olsa iktidar yeni, hazırlık yapılamamış olabilir, ne de olsa futbul vs gibi spor alanlarında büyük başarılara imza atmak yılları alabilir….
İyi de 10’uncu yıl, 15’inci, 20’inci yılda da dünya çapında bir milli takım oluşturamamanın makul bir izahı var mı?
Evet, şu anda dünya kupasının konuşulduğu zamanda milli takımımızı bir Alman yönetiyor. Milli takıma Avrupa’da top koşturan gençleri alıyoruz. Ama gene sonuç yok, gene sonuç yok.
Avrupa takımlarında top koşturan oyunculara sahip Fas Milli Takımı dünya dördüncülüğünü kazandı. Nerede ise herkes, “Fas finali oynayabilir mi?” diye sormaya başlamıştı. Fas’ın başardığını Türkiye niye başaramıyor?
2002’de Japonya’da Dünya Üçüncüsü olmuşuz. Bu, Ak Parti’nin iktidara geldiği yıl aynı zamanda. Yıl 2022, Katar’da yokuz. 2002’deki birikim de mi ortadan kayboldu bu arada?
Bu mesele tabii ki futbolun dünya çapında gördüğü ilgi ve böyle bir dünya kupasında temsil edilmenin ülkeye sağlayacağı prestij açısından çok önemli.
Ama, işin başka tarafı, sadece futbol veya bir başka spor dalında değil, “insana yatırım” noktasında Milli Eğitim’in performansı açısından da önemli. Bu bir “özgül ağırlık” meselesi. Sporda da öyle, bilim – teknolojide de, genel anlamda “değerleri kuşanmak” ve “insanlık kalitesi” noktasında da…
Zaman zaman en tepeden itiraf ediliyor; “Eğitimde, kültürde, sanatta başarılı olamadık” sözleri Cumhurbaşkanına ait. Ben bunu “insana yatırımda başarılı olamadık” diye anlıyorum. Gençlik alanı, aile alanı buna dahil.
Bilmiyorum sayın Cumhurbaşkanı Katar’da Arjantin – Fransa arasındaki final maçını seyrederken, “Neden biz yokuz?”un sebepleri üzerinde düşünmüş müdür?
Üniversite sınavlarında temel bilimlere eksi puanlı öğrencilerin alındığı yansıdı medyaya. Böyle bir öğrenci potansiyeli ile yarınlarda mesela temel bilimlerde bir sıçrama beklenebilir mi?
Dünya ile yarışabilecek bir futbol takımı oluşturabilmek bile yıllarca bu ülke gençliğine emek vermekle ve onların içinde Yıldızları seçmekle mümkün.
Dünya ile yarışmak “insan sermayesi”nin özgül ağırlığını tüm meydan okumalara karşı donatabilmekle mümkün. Nüfus var, ama nüfusu kitle olmaktan çıkarıp, her birinde yüksek bir özgül ağırlık oluşturmak, yüksek bir vizyonu gerektiriyor.
Son zamanlarda herkes bir “Vizyon”dan bahsediyor da, asıl soru “İnsana yatırımın neresindeyiz?” sorusu değil mi?