VOLGA KUŞÇUOĞLU
Avrupa’da aşırı sağ hareketlerin yükselişi nedeniyle ortaya çıkan endişe, geçen hafta Fransa’da yapılan ilk tur cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından bir nebze azaldı. Seçimlerin birincisi, Avrupa Birliği (AB) yanlısı bağımsız aday Emmanuel Macron oldu. Aşırı sağcı aday Marine Le Pen, önümüzdeki hafta yapılacak ikinci tur seçimlere katılmaya hak kazansa da kendisine fazla şans tanınmıyor. Peki bu durum ne anlama geliyor? AB, varlığına tehdit olarak gördüğü aşırı sağ tehlikesini atlattı mı, yoksa sağ popülizmin yükselişi daha yeni mi başlıyor? İsveçli diplomat ve akademisyen Fredrik Wesslau, tehlikenin geçmediği görüşünde. Aşırı sağın yükselişini ‘Liberal Avrupa değerlerine yönelik bir karşı devrim’ olarak niteleyen Wesslau, anaakım siyasetin önünde hala büyük sorunlar bulunduğu kanısında. Daha önce Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Birleşmiş Milletler ve AB’de çeşitli görevler yapan ve şu anda AB’ye bağlı düşünce kuruluşu Avrupa Uluslararası İlişkiler Konseyi bünyesindeki ‘Daha Geniş Avrupa Programı’nın başında bulunan Wesslau, sorularımızı e-posta üzerinden yanıtladı.
Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, Marine Le Pen ve Emmanuel Macron ikinci tura katılma hakkını kazandı. Bu beklenen bir sonuç olsa da Fransız merkez sağ ve merkez sol siyasetlerinin çöküşüne işaret ediyor. Bu sonucu Fransa ve Avrupa siyaseti açısından nasıl yorumlarsınız?
Cumhuriyetçi ve sosyalist adayların ikinci tura kalamaması, Fransa’da anaakım siyasete ve politik elitlere karşı duyulan hoşnutsuzluğu yansıtıyor. Sosyalist aday Hamon’un aldığı düşük oy, Avrupa solu için daha da geniş çaplı bir krize işaret ediyor. Avrupa’daki sosyal demokrat partiler her yönden baskı altında. Bir bakıma, Avrupa vatandaşlarına refah getirerek elde ettikleri başarının kurbanı oldular. Bugünün dünyasında kendi varlıklarına meşruiyet kazandırmakta zorlanıyorlar.
Öte yandan Macron’un başarısı, liberal, Avrupa yanlısı merkez siyasetin hala sağlam olduğunu gösteriyor. Macron, kendini muhalefetin muhalefeti olarak konumlandırdı ve kazandı. Bu, yaygın olarak popülizm dalgasının zayıfladığı şeklinde yorumlandı. Ben bundan emin değilim ama yine de Macron’un başarısı, siyasi merkezin varlığını sürdürebilirliği açısından olumlu sinyaller gönderiyor. Ayrıca Avrupa’da, aşırı sağ popülizmin başarısına tepki olarak küreselci popülist bir hareket doğuyor.
Macron ve Avrupalı liderler, seçim sonucundan memnun kaldı. Macron’un ikinci turda Le Pen’i rahatça geçmesi yönündeki beklentiyi de göz önünde bulundurursak, AB yanlıları bu seçimlerin ardından rahat bir nefes alabilir mi?
Avrupa’nın AB yanlısı liderleri doğal olarak memnun. Macron, cumhurbaşkanlığında sağlam bir Avrupa taraftarı olacaktır. Ancak Macron’un zaferi henüz bitmiş bir iş değil. Le Pen çok yetenekli ve zorlu bir rakip olabilir. Le Pen için başkanlığa giden yol zorlu, ama yine de böyle bir yol var. İkinci turu kazanmak ya da kaybetmek Macron’a bağlı.
Donald Trump’ın ABD’deki zaferinden sonra, Avrupa’daki aşırı sağ hareketler korkulanın aksine çok da başarılı olamadı. Le Pen’in yanısıra Hollanda’da Wilders ve Avusturya’da Hofer de kendi ülkelerindeki seçimleri kazanamadı. Ancak yine de iyi sonuçlar aldılar ve bundan memnun kaldılar. Önceki röportajımızda, aşırı sağın yükselişinin Batı değerlerine yönelik bir ‘karşı devrim’ olarak görülebileceğini söylemiştiniz. Bu karşı devrim şu anda ne aşamada? Yavaş yavaş sönümlenecek mi, yoksa daha da mı güçlenecek?
Batılı liberal değerlere yönelik karşı devrim halen devam ediyor. Aşırı sağcı otoriter popülizm, Avrupa’da hala güçlü bir olgu, ama hiçbir Avrupa ülkesinde çoğunluğa sahip değil. Sorun, otoriter popülistler merkezle bağlantı kurmayı ve buradaki seçmeni kendine çekmeyi başardığında ortaya çıkıyor. İngiltere’deki Brexit referandumunda ve ABD başkanlık seçimlerinde bu görüldü. Böyle olduğu zaman, aşırı sağ gerçek bir siyasi güç haline gelebiliyor. Siyasi tartışmaları belirli bir yöne çekiyorlar ve anaakım partileri, kendi popülist tarz ve tavırlarını taklit etmeye zorluyorlar.
Bu tipteki partilerin sorunu, hükümet etmeye çok da yatkın olmamaları. Bu partilerle ilgili bir argüman, kendi kendilerini yok etmeleri ya da daha anaakım haline gelmeleri için iktidara gelmelerine izin verilmesi yönünde. Örneğin Finlandiya ve Danimarka’da bu görülmüştü. Ancak bu yaklaşımla ilgili sorun, uzun vadeli maliyetinin yüksek olması ve bu partilerin hükümete geldiklerinde güçlerini pekiştirmeleri riskinin bulunması. Aşırı sağ, Avrupa’da var olmaya devam edecek.
TEKNOLOJİ AŞIRI SAĞI GÜÇLENDİRECEK
“Merkez siyaset aşırı sağ fenomeniyle nasıl başedeceğini çözemezse, bazı ülkelerde bu tür partilerin iktidara geldiğini görebilirsiniz. Önümüzdeki yıllarda toplum üzerinde muazzam bir etki yapacak olan teknolojik gelişmeler de bu konuda yeni bir zorluk çıkaracak. Otomasyonun ve sürücüsüz otomobillerin gelişmesi gibi olgular, toplumda haklarından mahrum kalma ve güvensizlik duygularını besleyecek. Bu da aşırı sağa oy kazandıracak. Merkez siyasetin, bu durumla nasıl baş edeceğini acilen bulması gerekiyor.”