HASAN MESUT ÖNDER
Şubat’ta İdlib’de Rusya denetimindeki rejim unsurları tarafından yapılan saldırı sonucunda 7’si asker 8 şehidimiz oldu. Bu olayın nedenlerini doğru bir şekilde anlayabilmek için bugünlere nasıl gelindiği ortaya konulmalıdır. Suriye, gelinen süreçte çökmüş bir devlet haline gelmiş ve ana ve ara oyuncuların hamleleriyle geleceğinin nasıl şekilleneceği belirlenecektir.
Ortadoğu tipi zayıf devletlerde birden çok iktidar bileşeni bulunur. Bu tip devletleri analiz ederken demokratik karar alma süreçlerine sahip, köklü devletleri ele alma biçiminden farklı düşünmek gerekir. Devletin zayıflığı ve iç tehditlerin birleşimi, zayıf devletlere özgü bir güvenlik sorunu yaratır. Çünkü ulus devletin varlığına yönelik dış tehditlerden ziyade, rejimine yönelik iç tehditlerle mücadele etmekten kaynaklanmaktadır. Devletin barış ve düzen sağlayamaması, toplumun her bir unsurunun (yönetici elitler veya rejim dahil) kendi refahını korumak için yarıştığı tartışmalı bir ortam yaratır. Bu, grupların kendi güvenliklerini geliştirmeye çalıştıklarında, sistemin geri kalanında güvensizlik yarattıkları neo-realist yapısal anarşi anlayışına benzer bir iç durum yaratır. Zayıf devletlerin temel amacı rejimi ayakta tutmak olduğu için, stratejik kurumların ve önemli politik/askeri figürlerin devlet sistemi içindeki konumu detaylı bir şekilde ele alınmalıdır. Çünkü güçlü politik veya askeri figürler, rejimlerin değişmesine neden olabilmektedir. Gazeteci Murat Yetkin ‘Tezkere, Irak Krizinin Gerçek Öyküsü’ adlı kitabında, Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ABD Savunma Bakanı William Cohen’e söylediği şu ilginç anekdotu aktarıyor: “Bakın size bir şey anlatayım. 1967’de zamanın Irak lideri Hasan Al Bakr’ı Bağdat’ta ziyaret ettim. Resmi görüşmeler sırasında garip bir durum gözüme çarptı. Hasan Al Bakr’ın arkasında, salonun arka kesiminde bir masada bıyıklı, genç bir adam, görüşmenin resmi havasına aldırmadan puro içiyordu. Bu durum beni rahatsız etti. Görüşmeden çıkarken Bağdat sefirimize o zatın kim olduğunu sordum. Bağdat sefirimiz de bana, o zatın Al Bakr’ın kuzeni Saddam Hüseyin olduğunu söyledi ve Rejimin asıl güçlü adamı budur, dedi. Zaten bir süre sonra da Saddam kuzenini devirdi, iş başına geçti. Bu hikâyeyi anlattıktan sonra Demirel, Cohen’e, eğer Saddam’ın arkasında da öyle puro içen bir adam bulabiliyorsanız, hiç durmayın o yolu deneyin. Aksi takdirde, çok maliyetli, çok zor olur.”
*
Suriye iç savaşı başladığında Esad’ın arkasında puro içen bir aktör bulunamadığı için, bir saray darbesi ile sancısız bir geçiş süreci gerçekleşmedi. ABD, Esad rejimin devrilmesi ile Suriye’nin çoğunluğunu oluşturan Arap-Sünni unsurların iktidara gelmesini İsrail’in güvenliğini tehlikeye atacağını düşündüğü için muhalefeti bölme ve oyalama stratejisi yürüttü. Devletin ve hükümetin kaynaşması nedeniyle, 2003 yılında Saddam rejimi devrildiğinde, devletin tüm aygıtı da çöktü. ABD, Irak’ta BAAS rejimini dağıtarak, Irak devletinin çökmesine neden oldu. Suriye’de bu hataya düşmemek için ‘geriden yönetim’ stratejisi izledi. İran, Suriye’yi Şii hilalinin önemli bir parçası olarak gördüğü için sahaya yerleşti. Rusya ise stratejik çıkarları doğrultusunda 2015 yılında askeri olarak Suriye’ye dâhil oldu. Bu tarihten sonra Suriye küresel ve bölgesel güçlerin güç mücadelesinin yaşandığı bir alan haline geldi. Büyük güçlerin bu denkleme dâhil olma sürecini yakından gözlemleyen Suriye Ulusal Koalisyonu eski Başkanı Halid Hoca ile bütün bu süreçleri konuştuk:
*
İran, Suriye meselesine ne zaman dâhil oldu ve temel stratejisi ne?
Suriye’de ayaklanma başladıktan sonra Asıf Şevket gibi bazı isimler, bu sorunun halk ile birlikte çözülmesinden yana tavır aldı ve İran’ın Suriye’deki varlığına karşı çıktı. İran, ayaklanma başladıktan altı ay sonra sahada varlık göstermeye başladı. Türkiye’den giden heyetlerin hemen akabinde İran da heyet göndererek, Türkiye’yi dinlememelerini söyledi. Suriye’nin İran’ın kontrolüne girmesinden Muhammed Nasıf Hayırbek’ın rolü büyüktür. Türkiye’de Ali Memlük üzerinden denkleme dahil olmaya çalıştı ama sonuç vermedi. Rusya sahaya inene kadar İran’ın rejim üzerindeki kontrolü devam etti. İran ayrıca, Afganistan ve çeşitli ülkelerden getirdiği Şii militanların Suriye vatandaşı olmasını sağlayıp Suriye’nin demografisini değiştirmeye çalışıyor. Deyr-zur ve Haseke’de birçok aşireti Şiileştirdi. Şam’ın birçok mahallesinde dışarıdan getirdiği Şiileri yerleştirdi. Yani uzun vadede Lübnan’a açılan kapısı olan Suriye’de etkin olmak istiyor.
*
Rusya, Suriye denklemine ne zaman ve nasıl müdahil oldu?
2015 Ağustos ayında, Kasım Süleymani ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, rejimin artık ayakta kalmasının zor olduğunu ve Rusya’nın sürece müdahil olmasını talep etti. Rusya bu talebi kabul ederek, 2015 Eylül ayında askeri olarak Suriye meselesine dahil oldu. Bu tarihten sonra, Rusya, İran’dan bütün komutayı devraldı ve fiilen Suriye’yi yönetmeye başladı. Komutanın Rusların eline geçmesi ile Rusya ve İran arasında bazı bölgelerde sürtüşmeler yaşandı. Ancak Rusya, istihbaratı, savunma, dışişleri ve maliye bakanlıklarını bizzat yönetiyor. İran karada, Ruslar hava kuvvetleri ile rejime cansuyu olmaya devam ettiler. Rusya’nın Suriye denkleminde yerini alması ile birlikte ABD ile çatışmasızlık anlaşması imzaladı. ABD ve Rusya, hava operasyonları yapmadan önce birbirine bilgi veriyor.
*
ABD’nin Suriye stratejisi ne?
ABD’nin birinci stratejisi, Sünni Arapların iktidara gelmesini engelleyerek İsrail’in güvenliğini sağlamaktı. İsrail’in güvenliği konusunda ABD ve Rusya arasında bir anlayış birliği var. İsrail Suriye’deki İran hedeflerini vururken, koordinatları Rusya’da alıyor. Yani Suriye’de İsrail’in güvenliğinin tehdit eden İran’ı dengeleyen ana aktör Rusya’dır. İkincisi ise PYD’nin Türkiye tarafından tanınmasını sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. Rusya ve ABD, PYD’nin Suriye’de etkili bir güç olması konusunda mutabık olduğu görülüyor. Barış Pınarı harekâtı sonrasında, ABD’nin Türkiye’yi Ruslarla baş başa bırakması ve bugünkü çözümsüzlük ortamı bu anlayış ortaklığını göstermektedir.
*
İdlib’de rejim güçleri tarafından askerlerimizin şehit edilmesi ile ilgili değerlendirmeniz nedir?
Öncelikle rejim güçlerinin kendi insiyatifiyle hareket ettiklerini düşünmüyorum. Daha önce belirttiğim gibi şuanda rejim, Rusya’nın tam kontrolünde. Onların denetimi dışında bir eylemin gerçekleşmesi olası değil. Rusya İdlib’de, Grozni benzeri bir çözüm modelini hedefliyor. Putin’in aklında, şehrin tamamen yerle bir edilerek, insansızlaştırılması ve Türkiye’ye şartlarını kabul ettirmeye çalışmak gibi bir plan var. Rejim ve İran unsurlarını sahaya süren Rusya… Türkiye, ÖSO’nun rejim unsurlarına yönelik operasyon yapmayacağına yönelik taahhüdü var. Ancak Türkiye, İran ve Rusya arasındaki mutabakat bu olayla sarsıldı. Stratejik yolların kimin kontrolünde olacağı hususu bu saldırının bir diğer boyutu. M4 ve M5 karayollarının kontrolünü Rusya bir şekilde elinde bulundurmak istiyor. Ancak Rusya’nın Suriye’nin tamamını kontrol etmek gibi bir hedefinin olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Suriye Ulusal Koalisyonu Eski Başkanı Halid Hoca’nın değerlendirmesi bu şekilde... Ruslar’ın, Ankara’yı kaybetme pahasına İdlib’de durumu savaşa dönüştürmek istemesi zayıf bir ihtimal ancak kontrolündeki rejim unsurları aracılığıyla Türkiye’yi masada sıkıştırmak için bu tarz olaylarla, Türk karar alıcılarının tepkilerini ölçmeye devam edebilir. Rusya, gerilimi rejim üzerinden tırmandırırsa Suriye meselesinde ABD ile yakınlaşmaya neden olabilir ama ABD’nin ajandasında Türkiye’nin PYD’yi tanıması seçeneği olduğu için kısa vadede bu seçenek uygulanabilir gözükmüyor. Her halükarda Türkiye mahkum ikilemi ile karşı kaşıya. Ankara, Moskova ve Washington’un vekillerini etkisizleştirecek seçenekler üzerinde çalışmalıdır. Ben böyle bir fotoğraf görüyorum, siz ne dersiniz?