IŞIL ÇALIŞKAN / İSTANBUL
Yönetmen koltuğunda Mu Tunç’un oturduğu Türkiye’nin ilk punk filmi ‘Arada’, İstanbul’un gizemli yeraltı kültürünü anlatıyor. Burak Deniz, Büşra Develi, Selim Bayraktar, Deniz Celiloğlu, Ceren Moray, Seda Akman, Cem Başeskioğlu, Eriş Akman ve Yüksel Ünal’ın rol aldığı filmde, İstanbul’u terk etmek isteyen Ozan’ın birgün içinde başından geçenler beyazperdeye yansıyor. 15 Şubat’ta 17. !f İstanbul Bağımsız Film Festivali’nde sinemaseverlerle buluşan ‘Arada’nın vizyon tarihi ise 13 Nisan. Tunç ile gerçek bir hayat hikâyesinden esinlendiği filmi konuştuk.
* ‘Arada’ Türkiye’nin ilk punk filmi olarak gösteriliyor. ‘Punk filmi’ tanımlamasını açar mısınız?
Biz de filmi çekerken ilk olduğumuzu bilmiyorduk. Farklı bir şey yaptığımızı biliyorduk ama bu alt-kategoride başka filmler olup olmadığını hiç düşünmemiştik. ‘Punk film’ kavramı aslında sektörde kullanılan bir alt-tür tanımı. Bu türün en önemli örnekleri arasında ‘Trainspotting’i, ‘Jubilee’, ‘24 Saat Party İnsanları’ bulunuyor. Aslında kökeni anti kahraman hikâyelerine dayanıyor. Yani filmin başrol karakterinin her zaman filmlerde rastlanan ‘etrafındaki tüm herkese olumlu enerji’ yayan klişe anlatımından uzak, daha farklı bir karakter davranışı sergiler. Bu anti kahraman hikâyelerinin başyapıtlarından biri de James Dean’in ‘Asi Gençlik’ ile Marlon Brando’nun ‘Rıhtımlar Üzerinde’sidir. Aslında punk filmi kökeni zengin bir geçmişi barındırır, Hollywood’un bir anlatım dilidir. Ama tabi bizim konumuzda müziği ve kültürü de yansıtıyor olması önemli. Türk sinemasında punk’ın resmedilişi bilinen ana akım yapımlarda neredeyse hiç yoktur.
* Filmde 12 Eylül dönemi de işlenmiş. Darbenin müziğe ve sanata etkisini nasıl açıklarsınız?
Filmde aslında 12 Eylül dönemi direkt olarak işlenmiyor. Darbelerin daha çok demokrasi ile birlikte aynı zamanda sanatı da etkilediğinin altı çiziliyor. Çünkü bunu unutabiliyoruz bazen. Aslında bu, travmatik süreçlerde birçok önemli sanatçının kariyeri dolaylı yollardan etkilenmiş veya bazılarının kariyerleri tamamen bitmiş. Aslında herkesin mikro ölçekte bu travmatik dönemlerde etkilendiğini göstermek istedim.
* Oyuncu seçiminizdeki kriter neydi? Nelere dikkat ettiniz?
Benim için en önemli kriter gerçeklik. Gerçek olanı resmedebilmek ve bunu yaparken olabildiğince klişelerden uzak durmak. Bu sebepten dolayı aslında klasik düşüncede kimsenin uygulamadığı metotları uygulamaya çalıştım. Örneğin; hiçbir yönetmen gerçek hayatta çift olan iki oyuncu ile aşk teması barındıran bir film yapmak istemez. Çünkü filmin çekimleri sırasında bir şeyler ters gitse özel hayatlarında tüm proje etkilenebilir. Ben bundan hiç endişe etmedim çünkü benim stilim zaten kontrol etmesi zor durumları kontrol edebilmekten geliyor. Veya bir başka durum; yine genellikle oyunculuk geçmişi olmayan kimseye bu çapta bir filmde repliksiz bir rol bile verilmez. Ben tam tersi, bütün İstanbul’u bu filmde bir araya getirdim.
* Bağımsız sinema örneği olan bir filmde popüler isim tercihi ile ne amaçladınız?
Ben ‘bağımsız’ veya ‘popüler’ gibi kavramları düşünerek çalışmıyorum. Ben herkesin bu filme dahil olup artık bu kavramların da anlamını yitirdiğini kanıtlamak istedim. Çünkü bu ayrımlar eskiden kulağa hoş gelse de artık bu yüzyılda çok sıkıcı kulağa geliyor. Punk ve hardcore gibi altkültür müzikleri de insanlar bu sebepten dolayı hep ötekileştirmiş.
* Filmde seçilen müzikler ve bahsi geçen müzisyenler açısından oldukça hassas davranılmış. Neye dikkat ettiniz?
En çok önemsediğim konuydu müzik. Hatta bence ‘Arada’ neredeyse müzikal bir film oldu. Dikkat ettiğim konu ise filmin tamamında Türkiye’den çıkmış birçok altkültür müziğe değinmek ve insanlara uzak gelen birçok müzik tarzını sevdirmek. Hikâye boyunca hardcore punk, tekno, Türk sanat musikisi gibi birbirinden farklı ve kontrast müzik tarzlarını birlikte harmanlamaya çalıştık. Bu doğrultuda özgün müzikleri yapan abim Orkun Tunç’da inanılmaz bir özveri gösterdi.
* Bu film ile ne amaçlıyorsunuz?
Bu yapım ile yeni genç bir Türk sinemasının var olabileceğini izleyicilerin hissetmesini amaçlıyoruz. Aynı zamanda bu bölgeden de ‘köy filmleri’ dışında da başka konuları anlatan ciddi yapımların çıkabileceğini göstermek istiyoruz. Eskilerin Doğu’ya oryantalist gözlüklerle baktığında gördükleri sadece harem olduğu gibi şu anda da sadece köy ve kasaba görmek istiyorlar. Bizler artık şehirleştik ve hepimiz şehirlerde yaşıyoruz. Bu şehirlerin ruhunu anlatan filmlere ve daha önemlisi İstanbul’u seven yönetmenlere ihtiyaç var. Bana baktığınızda İstanbul’u görmenizi istiyorum. Çünkü ben İstanbul’um.
GENÇ SİNEMACI KUŞAĞI GELİYOR
* Bağımsız filmlerin halk tarafından yeterince tercih edilmediği düşüncesine katılır mısınız?
Şu anda halk diye ayrıştırılan topluluk sinemalara giden kitle. Asıl eğitim seviyesi yüksek kitleler sinemaya gitmiyor Türkiye’de. Çünkü bir kısım Türk sinemasını cool bulmuyor. Bir kısmı evinde izlemeyi tercih ediyor. Bir diğer favori grubun düşüncesi ise alışveriş merkezine gitmek istememek. Bu üç grup zaten sinema’ya gitse Türk sineması değişecek. Çünkü bu kitleler artık hiçbir şeyin değişemeyeceğine inanmış durumda. Ve ilginç bir şey olsa dahi, sadece içine atıyor, o gördüğü güzel şeyi dillendirmiyor. Oysa ki bir şeyi beğendiyseniz lütfen dillendirin. Biz yeni bir ruh getirmeye çalışan yönetmenleriz. Artık bağımsız veya endüstri filmleri gibi ayrımların ötesinde düşünen, sadece ‘iyi film’ yapmaya odaklanan genç bir sinemacı kuşağı geliyor.