HÜSEYİN AKAN
İnternet sağlayıcı bilgisayar ve akıllı telefonlarla küresel ağa bağlıyız. İnsanların pek çoğu uyanık olduğu zamanların büyük kısmını bağlı olarak yaşamaktalar, sanal dediğimiz o aleme. O alemin dışında kalmak, bağlantısız olmak bir felaket, bir afet mesabesindedir. İşlediği bir suç nedeniyle kabilesinden dışlanıp atılmış birsinin vahşi tabiatın içinde güvensiz, çaresiz ve kimliksiz kalıvermesi gibi. Genel olarak insanı kimlik sahibi kılan sosyal ilişkileridir. Bağlı olduğumuz, daha doğrusu bağımızın kopmadığını bildiğimiz zamanlarda var olduğumuzu, canlılığımızın, kimliğimizin devam ettiğini hissederiz. Zihnimizin canlı, sakin, dengeli ve sağlıklı olması için dünyayla, daha doğrusu küresel bütünle bağımızın kopmaması gerekmektedir.
Bu anlatılanların aynısını tıpla olan ilişkimizde yaşamaya başladık ve giderek daha şiddetli olarak yaşayacağız: Tıbba bağımlı hayat. Modern tıp eleştirmenleri daha yirminci yüzyılda bu bağımlılığın tehlikelerine dikkat çekiyor, insanları fizik ve ruh sağlıkları ile paralarını korumaları için uyarıyorlardı. Eskiden, çok da geçmişte değil, ancak ciddi bir hastalıkta doktora gidilirdi. Başağrısı, ufak kesiler, yaralar, bel ağrısı, kas-eklem ağrıları, gastroenterit, grip, soğuk algınlığı, farenjit ve benzeri hallerde çoğunlukla doktora gidilmez, evde bilinen, çevreden işitilen, önerilen hazır veya hazırlanan ilaç ve yöntemlerle tedavi edilirdi. Ancak, şikayetler 3-5 günde geçmez, devam ederse veya arttığında ciddi bir şeyler olmasın diye doktorun yolu tutulurdu.
Şimdi ise, zigot halindeyken doktor kontrolüne, tıbbın hegemonyası altına giriyor insanlar. Doğuncaya kadar yapılan periyodik kontrol muayeneleri, tetkik ve tahliller doğduktan sonra da devam ediyor. Kontroller dışında en küçük bir rahatsızlıkta sağlık merkezine gidilir. Ayrıca, vitamin ilaveleri, beslenme listeleri, psikologlar, sağlık danışmanları vs…
Çocukluk ve ergenlikte de aynı tutum sürdürülür. Ergenlikten sonra insanların tıpla ilişkisi daha da sıkılaşır. Artık, genel kontroller (check up) dışında kanserle savaşta erken teşhis için rutin muayene, tahlil ve görüntülemeler; kandaki vitaminler, şeker, lipidler, hormonlar, enzimler, kan elemanlarının belli aralıklarla ölçümü rutine girer. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de sağlık otoritelerinin direktifleri hayatların tıbba sıkı sıkıya bağlanması yönündedir. Örnekler: Hiçbir şikayeti olmasa da her kadının 20-40 yaş arası 3 yılda bir, 40 yaşından sonra ise yılda bir kez klinik meme muayenesi yaptırması gerekiyor. Meme kanseri riski taşımayan tüm kadınların ise 40 yaşından itibaren her yıl mamografik tetkikleri yapılmalıdır. Kalın bağırsak kanserine karşı herhangi bir risk faktörü ya da yakınması olmasa dahi 40 yaşından itibaren rutin olarak dışkıda gizli kan testi; 50 yaşından itibaren ise kolonoskopi yaptırılması öneriliyor. Prostat kanserine karşı her erkeğin 40 yaşında PSA testi yaptırması gerektiği söyleniyor.
İnsanlar bu yönlendirmenin ve genel akımın dışında kalmıyorlar. Nitekim, 2004-5 yıllarında bir Türk vatandaşı yılda 2,5 kez doktora başvururken son yıllarda Avrupa ortalamasının üstüne çıkarak 9’a yaklaştı. Sağlık merkezleri ve hekimler dışında da beslenme protokolleri, egzersiz, kalori hesaplamaları, vitamin ve mineral ilaçları birçok kişinin vaktini ve zihnini işgal ediyor. Şimdi bile tıbbın gözetimi ve denetimi olmadan hayatımızı idame ettir(e)miyoruz. Hayatımızın tıbba bağımlı olarak idame ettirilebilmesi için daha çok doktor, hemşire, teknisyen, daha fazla ve yeni cihaz, araç, gereç, malzeme, kimyasal madde ve ilaç gerekmez mi?
Halihazırda tetkik, tahlil, görüntülemeler ve sonuçların analizi, bunlara bağlı tanı koymada, girişimlerde ve tedavilerde işler makinalar tarafından veya makinaların yardımıyla yapılmaktadır. Çok uzak olmayan bir gelecekte insanların hastalıklarında ve sağlıklı yaşamanın sürdürülmesinde yapılacak iş ve işlemlerin pek çoğu makinalar tarafından yürütülecektir.
Yirmibirinci yüzyılda elektronik ve bilgisayar teknolojilerindeki ve bilişimdeki hızlı gelişmeler, tıp dünyasında insanlık tarihi boyunca başrolde olan hekimlerin giderek yerlerini sağlık mühendislerine bırakacaklarını veya en azından paylaşacaklarını işaret ediyor. Çünkü, geliştirilen üstün yetenekli makinalar hem teşhiste hem tedavide hekim ve sağlıkçıların işlevlerini üstlenmektedir. Dolayısıyla gelecekte, büyük ölçekli hastaneler ve doktor sayısını arttırmak ihtiyaç olmaktan çıkacaktır.
1987 yılında yayımlanmış bir yazımda, “…sağlığınızın yolunda olmadığına dair vücudunuzun çeşitli yerlerinden işaretler aldığınızda, bir bilgisayarın karşısına geçiyorsunuz. Temel şikayetlerinizi sözle veya yazıyla bilgisayara iletiyorsunuz. Biraz sonra hayati fonksiyonlarınız, şikayetlerinizin niteliği, niceliği ile ilgili sorular ve şıklı cevaplar içeren bir form çıkıyor, onu kendinize uygun olarak dolduruyorsunuz. Belki, bir iki form daha dolduracaksınız ihtiyaca binaen. Sorular giderek daha özgül olacak. Gerekli grafi ve basit tetkikler de bilgisayar tarafından halledildikten sonra teşhis konulacak ve gerekli ilaç ve önerilerin yer aldığı reçeteyi bilgisayarın çıkışından alacaksınız.” diyerek başladığım yazıyı ”Bilgisayarın hekimin yerini alacağını varsaymak yanlıştır. Bilgisayarlar görüntüleme, tetkik ve tahlillerin daha hızlı ve doğrulukla yapılmalarını sağlamaları dışında, tanı ve tedavi alanında hekime bir bilgi deposu, bir bellek olarak yardımcı olabilir.” şeklinde muhafazakarca bitirmişim. Tabii, o zaman akıllı telefon, yapay zeka, sensör teknolojileri henüz yoktu veya bu düzeyde değildi. Ancak bu kadarını, görebilmişim.
Makine öğrenmesi veya derin öğrenme yapay zekaların öğrenmesini ifade eder. Yapay zeka hukuktan, mühendisliğe birçok alanda kullanılmaktadır. Uygulamalarda, yapay zekanın çok daha kısa sürede ve insana göre daha yüksek doğrulukta yanıt oluşturduğu saptanmaktadır. Tıptaki kullanımlara örnek: Bir manyetik rezonans görüntüleme (MRG) incelemesinde, bilgisayarda bazı programlar elde edilen ham görüntülerde ölçümler ve hesaplamalar yaparak insan gözüyle görünenlerin ötesinde bilgiler sağlamaktadır. Yapay zeka MRG, bilgisayarlı tomografi, ultrason, mamografi, akciğer filmlerini yüksek bir doğrulukla, hatta çoğu zaman radyologlardan daha iyi değerlendirmektedir. Hekimin göremediği patolojiyi tespit edebilmektedir. Aynı şekilde, aritmi, atrial fibrilasyon, koroner damar rahatsızlığı gibi kalp hastalıklarında tanı koyan, kan şeker değişikliklerini tespit edip insülin ayarlaması yapan yapay zeka uygulamaları vardır. Diyabetik retinopati, , dikkat eksikliği ve hiperaktivite, otizm tanı ve tedavisinde, tiroid nodüllerinin analizinde, epilepsi nöbetinin önceden tahmin edilmesinde yapay zeka yerini almıştır. Yukarda saydığım ve daha başka yapay zeka tıbbi uygulamaları ABD’de hastanelerde resmen kullanılmaya başlamıştır. Yapay zeka uyku bozukluklarında, hafıza durumunun değerlendirilmesinde ve iyileştirilmesinde de rol almışlardır. Beyin-makine arayüzlerindeki (BMA) gelişmeler epilepsi, Parkinson, hafıza zayıflamalarında beyinden sinyal alınması- verilmesi yoluyla tedavi imkanı sağlamıştır. Bilişim ve elektronik alandaki ilerlemeler BMA yoluyla beyindeki sinyaller sese, yazıya ve harekete dönüştürülmesini sağlamıştır.
Vücutta boru şeklindeki yapıların duvarlarının iç yüzeyden değerlendirilmesi için yakın gelecekte klasik (hortumlu) endoskopiye gerek kalmayacaktır. Halen uygulanan ama yaygınlaşması zaman alacak olan sistemde, mikrokamera yüklü ve dışardan yönlendirilebilir bir kapsülle yutaktan kalın barsak sonuna kadar tüm sindirim sistemi görüntülenip kayda alınmaktadır. Bu kayıtlar bir bilgisayar tarafından değerlendirilerek varsa bir bozukluğu, patolojiyi tefrik eder ve tanımlar.
Öte yandan vücut fonksiyonlarına ait birçok ölçümler ve kontroller bir sağlık merkezine gitmeden de yapılabilmektedir. Dışardan bir saat gibi kola takılan bir sensör bant nabız, ateş, kandaki oksijen oranı, kalp atımlarındaki değişikliği, kandaki bazı değerleri ortaya koyabilir. Bir cep telefonu yardımıyla kalp grafisi (EKG) çekilmekte, kan basıncı ölçülmekte ve ilgili hekime anlık gönderilmektedir. Artık, her anımızın, her nefesimizin, fizyolojik her işleyişimizin elektronik tıbbi ağın kontrolünde olduğu ve o ağın verdiği buyrukların şekillendirdiği bir hayatı yaşayacağız. Tıbbi ağ ile bağlantımız koptuğunda hayatla da bağımız kopmuş olacak. Ancak, hayatta kalabilmek için bağlı kaldındığında da, internet, akıllı telefon ve kredi kartı kullananın, yani küresel ağa bağlı olanların gizlisinin saklısının kalmadığı gibi, en önemli kişilik hakkı olan ve sadece müdavi hekimle hasta arasında kalması gereken mahrem sağlık bilgileri elektronik ağa aktarılmasıyla, şu anda otomasyon sistemleri sayesinde nerdeyse hastanede çalışan tüm personele ve e-nabız sayesinde pek çok kişiye aşikardır artık.
Bilimsel bir makalede çok uzak olmayan bir gelecekte öğrenmiş makinaların (yapay zeka) radyologların yerini alacağı vurgulanıyor ve “ama, bir makinanın ameliyat olman gerekiyor veya şu ilaçları alman gerekiyor, dediğinde hanginiz makinaya itimat eder ve söylediğini yapar?” diye sorulduktan sonra, “ben bir insanın söylediğini yapmayı tercih ederim” diyerek devam ediyordu. Ben tam tersinin geçerli olduğu kanısındayım. İnsanımız makinaya insan hekimden daha çok güveniyor. Makine hata yapmaz, hekim yanılır, yanlış yapar, aksatır, eksik bırakır, gerekli ihtimamı göstermeyebilir. Ama, şimdi dediğimiz gibi, makinaya “hasta sen olsaydın veya annen, kardeşin, eşin olsaydı, sen bu ameliyat için ne karar verirdin” diye sorabilecek miyiz? Sorumuza yüzdeli hayır veya evet cevabına tepkimiz ne olur dersiniz?