Tarık Oğuzlu yazdı: Kuzey Kore krizi ve küresel yansımaları

Antalya Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tarık Oğuzlu Kuzey Kore krizini analiz ediyor.

Kuzey Kore rejiminin son aylarda hız verdiği nükleer silah ve bunları hedef ülkelere yollamak için gerekli olan çeşitli menzillere sahip balistik füze denemeleri uluslararası barış ve istikrarı olumsuz etkiliyor. Bu denemeler neticesinde Kuzey Kore’nin Amerika Birleşik Devletleri’nin batı sahillerini, pasifik okyanusunda yer alan Guam Adası’ndaki askeri üslerini, ABD’nin müttefikleri Japonya ve Güney Kore’yi vurabilecek imkana eriştiğine inanılıyor. 3 Eylül tarihinde Pyongyang rejimi nükleer silah denemelerinin altıncısını gerçekleştirdi ve bu denemeyle Kuzey Kore’nin atom bombasından yüzlerce kat daha fazla yıkım gücüne sahip hidrojen bombası geliştirdiği ileri sürülüyor. Nükleer güç olarak tanınmak için sadece nükleer başlık ve bunları taşıyacak füze gibi araçlara sahip olmanın yeterli olmadığı, nükleer başlıkların küçültülerek füzelere monte edilmesi ve bu füzelerin de uzun bir uçuş gerçekleştirip hedefleri sapmadan vurabilmesinin gerektiği söylense de mevcut temposunda devem etmesi durumunda Kim Jong-un rejiminin kısa sürede bu imkana erişeceği varsayılıyor.

Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri uluslararası istikrarı tehdit ediyor ve uluslararası ilişkiler uzmanlarının teorik görüşlerini test edebilecekleri önemli ampirik veriler sunuyor. İlk olarak cevaplanması gereken soru ülkelerin bu silahlara neden sahip olmak istedikleri. Kuzey Kore örneğinde görülen Kim rejiminin nükleer silahlara saldırıdan ziyade rejimin güvenliğini garanti altına almak, ABD ve onun Doğu Asya’daki müttefikleri karşısında caydırıcı güce sahip olmak ve dış politikada, özellikle Çin ve ABD gibi büyük güçlerle olan ilişkilerinde, pazarlık gücünü arttırmak için sahip olmak istediği görülüyor. Dünyanın en içine kapalı ve fakir ülkelerinden biri olan Kuzey Kore’nin kendisinden misliyle güçlü komşuları ve süper güç ABD karşısında bu derece pervasız ve cüretkar davranabilmesi, Kim rejiminin kendi varlığını en temel dış politika amacı olarak tanımlamasından ve bu amaç uğruna nükleer silah edinme isteğinden ayrı düşünülemez. ABD tarafından düşman ilan edilip varlığına son verilen ülkeler örneğinden hareketle Kim rejimi nükleer silahları kendi varlığının en önemli güvencesi olarak görüyor. Irak ve Libya’nın başına gelenlerin kendi başına da gelmemesi için bu silahları önemli buluyor.

Kore Savaşı’nın sona erdiği 1953 yılından bu yana savaşan taraflar arasında nihai bir barış anlaşması imzalanmadı. Geçen süre içinde Güney Kore dünyanın en büyük on ikinci ekonomisi olmayı başarırken Kuzey Kore hala bitkisel hayat yaşıyor. Güney Kore, ABD’nin sunduğu resmi güvenlik garantilerinden yararlanırken, Kuzey Kore en yakın destekçisi Çin tarafından ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü güvence altına alınmış bir ülke değil. Çin ve Rusya’nın konjonktürel olarak sundukları destek dışında Kuzey Kore’nin sırtını yaslayabileceği bir kara gün dostu yok. Böyle bir ortamda Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan medet umuyor olması anlaşılır bir durum. Yalnızlığın zirvesinde olan bir ülkenin nükleer silahlarını saldırı amaçlı kullanması kendi intiharı anlamına geleceğinden rasyonalite ve öngörülebilirlik zemini üzerine inşa edilen geleneksel caydırıcılık kuramının Kuzey Kore’nin nükleer bir çılgınlığa tevessül etmeyeceğini varsayması çok da yanlış olmayabilir.

İSTİKRARI TEHDİT EDEN NE?

Nükleer güç statüsü tanınan ama bu silahları kullanma noktasında etkin bir şekilde caydırılan Kuzey Kore’nin varlığı mı yoksa bu silahlara sahip olmak adına durmaksızın çabalayan bir ülkeye yöneltilen bölgesel ve küresel tepkilerin ortaya çıkardığı bir ortam mı küresel istikrarı daha fazla tehdit ediyor sorusu üzerinde düşünmemiz gereken bir diğer mesele. Kuzey Kore’nin nükleer güç olma süreci mi yoksa caydırılacağı neredeyse kesin olan nükleer güç Kuzey Kore’nin varlığı mı daha tehlikelidir? Bu soruyu cevaplayabilmek için Kuzey Kore problemiyle doğrudan alakalı olan küresel ve bölgesel güçlerin pozisyonlarına kısaca bakmak gerekiyor.

Söylem ve icraat temelinde bakıldığında ABD’nin nükleer silah kapasitesine sahip olan bir Kuzey Kore’yi istemediği açık. Nükleer bir Kuzey Kore’nin ABD’nin bölgedeki askeri ve siyasi hegemonyasını tehdit edeceği; bölgedeki müttefiklerini, askeri varlığını ve kendi anakarasını vurabileceği aşikar. ABD’nin böyle bir Kuzey Kore’ye, Pyongyang rejimi bu silahları kullanma noktasında caydırılmış olsa dahi ne derece tahammül edeceği ucu açık bir soru. Halbuki kesin olan bir şey varsa o da 1990’lı yılların başından itibaren ABD önderliğindeki uluslararası toplumun Kuzey Kore üzerine uyguladığı askeri ve ekonomik ambargoların rejimi nükleer sevdasından vazgeçirmede başarısız olduğudur. Hal böyleyken iktidara geldiği günden bu yana Trump yönetiminin takip ettiği strateji kafaların daha fazla karışmasına neden oluyor. Özellikle de ABD’nin bölgedeki en yakın müttefikleri olan Güney Kore ve Japonya’da. Kuzey Kore’nin nükleer silah denemelerinin ve bu süreçte Trump yönetiminin takındığı tutumun ABD ile bölgedeki müttefikleri arasındaki güven ilişkisini ciddi oranda erozyona uğrattığı görülüyor.

Trump’ın kırmızı çizgileri nerede çektiği belirsiz. Bir gün sorunun diyalogla çözülebileceğini ve bu bağlamda Kuzey Kore lideri Kim’le görüşmekten onur duyacağını söyleyen Trump, başka bir gün Kuzey Kore’nin en ağır şekilde cezalandırılacağını söylüyor.

Bir gün Güney Kore ve Japonya’nın kendi güvenliklerini sağlamak için daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini ve bu bağlamda bu iki ülkeye gelişmiş silah sistemleri satmak istediğini söyleyen Trump, başka bir gün inisiyatifin ABD’de olduğunu ve ne zaman ve ne şekilde güç kullanmaya sadece kendisinin karar vereceğini söylüyor. ABD’nin bu iki müttefik ülkeye sunduğu güvenlik şemsiyesinin onların liberal dünya düzeninin parçası olmalarını ve ABD’nin liderliğini kabul etmelerini mümkün kıldığını anlıyor gözüken Trump, aynı zamanda ülkesiyle Japonya ve Güney Kore arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmalarını sorguluyor ve Tokyo ve Seul’u korumacı ekonomi politikaları takip etmekle itham ediyor. Söz konusu krizi bölgedeki müttefiklerine daha fazla silah satışı için bir fırsat olarak görüyor izlenimi veren Trump, dış politikaya kar-zarar zaviyesinden yaklaşan bir iş adamı gibi hareket ediyor. Bu bakış açısını daha önce Orta Doğu’da da görmüştük. Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez İşbirliği Örgütü üyesi ülkelerle, Katar hariç, İran arasındaki kutuplaşmayı ve gerginliği bölgedeki müttefiklerine yüz milyar doların üstünde silah satışı için fırsat olarak gören Trump, benzer bir mantığı bu sefer Doğu Asya’da tatbik ediyor. Trump’ın bu ikircikli ve öngörülemez tavrının bölgedeki müttefiklerini ABD’nin kendilerine sunduğu güvenlik şemsiyesi noktasında endişelendirdiği ortada.

Trump’ın yol açtığı bu krizi gidermek ise yönetimin akil adamlarına düşüyor. Gerek Dışişleri Bakanı gerek Savunma Bakanı gerekse de Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı müttefiklere alışılagelmiş güvenlik garantilerini sunmaya devam ediyorlar. ABD yönetimi içinde var olduğu gözlenen bu ayrımın yapısal görüş ayrılıklarından mı yoksa bilinçli olarak icra edilen iyi polis-kötü polis işbirliği temelli bir stratejik hesaplamadan mı kaynaklandığı şu an için muamma. Ama kesin olan şey, Kim rejiminin ABD ile müttefikleri arasında her geçen gün daha fazla ortaya çıkan görüş ayrılıklarını ve güven erozyonunu fırsata dönüştürüp bu çatlağı daha da genişletmeye çalıştığı. Bu çatlak genişledikçe Kuzey Kore rejimi nükleer silah ve balistik füze denemelerine korkusuzca devem etmekten geri durmuyor. Çatlağın derinleştiği bir ortamda Güney Kore ve Japonya kendi nükleer silahlarına sahip olmak isteyebilirler ve bu durum hem bölgedeki istikrarsızlığı daha da arttırır hem de Kuzey Kore’nin nükleer güç olma yönündeki çabalarına daha fazla meşruiyet kazandırır.

ABD-ÇİN İLİŞKİLERİ

Nükleer güç olma yolunda ilerleyen Kuzey Kore’nin sebep olduğu bir diğer gerginlik ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin giderek Kuzey Kore girdabına saplanmasıdır. Çin’in Kuzey Kore rejiminin sona ermesini, birçok fakir Kuzey Korelinin Çin’e göç etmesini, Kore yarımadasının Güney Kore’nin liderliği altında birleşmesini, bu yeni devletin ABD’nin sıkı bir müttefiki olmasını istemediğini biliyoruz. Çin ayrıca Güney Kore ve Japonya’nın nükleer güç olmalarını arzu etmez. Sorunun diplomasi yoluyla çözümü adına ABD’nin Çin’e daha fazla ekonomik baskı yapmaya ve çözümsüzlükten Çin’i sorumlu tutmaya başlaması ikili ilişkilerde gerginlik yaratıyor. Çin mevcut statükonun devam etmesini istiyor. Kuzey Kore’nin Çin’le ABD ve müttefikleri arasında tampon vazifesi görmesi Çin’in istediği bir durum. Çin ayrıca ABD’nin Kuzey Kore’nin nükleer çalışmalarını bahane edip bölgedeki askeri varlığını daha da artırmasından ve bu durumu Çin’i rahatsız edecek bir koz olarak kullanmasından endişe ediyor.

Çin bir yandan kendine yönelen baskıları azaltmak adına Kuzey Kore rejimi üzerinde düşünüldüğü kadar etkili olmadığını söylerken diğer yandan da Kuzey Kore’nin kendine olan ekonomik bağımlılığını biliyor ve Kuzey Kore nükleer güç olsa dahi kendi sözünden çıkmayacağını düşünüyor. Bu açıdan bakıldığında Çin, Kuzey Kore’nin nükleer güç olarak kabul edilmesini, mevcut durumun ortaya çıkardığı belirsizliklere ve gerginliklere tercih ediyor gibi. Çin’in kırmızı çizgisini Kim rejimin hiç bir surette ABD ve müttefiklerine nükleer saldırıda bulunmaması oluşturuyor. Bu aşamadan sonra Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılmayı kabul edecek bir diplomatik çözüme razı olmayacağı aşikâr. Önleyici savaş doktrini çerçevesinde ABD’nin gerek kendi başına gerekse müttefikleriyle birlikte Kuzey Kore’ye bir askeri operasyon düzenlemesini Çin asla kabul etmez ve hoş görmez. Böyle bir operasyonun nerede duracağını kimse önceden tahmin edemez ve büyük bir olasılıkla küresel ölçekte bir çatışmayla neticelenir.

Tarihsel örnekler çok daha önemsiz nedenlerle başlayan yerel çatışmaların kısa sürede küresel savaşlara dönüştüğünü bize gösteriyor. Nükleer silahlara sahip ve rejim güvenliği dış güçler tarafından kabul edilen bir Kuzey Kore’nin herhangi bir nükleer maceraya girmemesi noktasında Çin çok daha titiz davranacaktır. Zımnen de olsa Kuzey Kore’nin nükleer güç olarak tanınması başka ülkelerin bundan cesaret alarak nükleer silah edinme çabalarına hız verebilir. Bu risk vardır ve ciddiye alınmalıdır. İran’ın ve diğer Orta Doğu ülkelerinin Kuzey Kore örneğini nasıl yorumlayacakları tartışılması gereken bir sorudur. Ancak şu an için elzem olan Kuzey Kore kaynaklı bu krizin hem Uzak Doğu Asya hem de küresel ölçekte ciddi gerginliklere ve çatışmalara fırsat vermeden geride bırakılmasıdır. Bunun yolunun Kuzey Kore’nin nükleer bir güç olarak kabul edilmesinden geçtiğini düşünme zamanı geldi gibi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Kuzey Kore, Esed rejimiyle kimyasal iş birliği içinde iddiası

Görüşler Haberleri