ABD’li siyaset bilimci Francis Fukuyama, ileri sürdüğü ‘Tarihin Sonu’ teziyle dünya genelinde tanınır hale gelmiş bir isim. Fukuyama, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ortaya çıkan tabloyu değerlendirdiği ünlü makalesinde, Batı demokrasilerini ‘insanlığın sosyo kültürel gelişiminin son noktası’, bir diğer değişle ‘tarihin sonu’ olarak tanımlıyordu. Buna göre en gelişmiş sistem olan Batılı demokrasiler ve serbest pazar ekonomisinin, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle artık bütün dünyaya yayılacağını öngörüyordu.
Aradan geçen 25 yılda bu öngörünün gerçekleşmemesi bir yana, Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturması, Fukuyama’ya göre ABD demokrasisini bile tehdit eder hale geldi. Fukuyama, ABD merkezli Politico dergisi için kaleme aldığı yazıda Trump döneminin Amerikan demokrasisinin ne kadar güçlü olduğunu gösterecek bir sınav olduğunu savunuyor. Yazısına “Bir Amerikan vatandaşı olarak, Donald Trump’ın yükselişi birçok kişi gibi beni de ürküttü. Dünyanın en önde gelen demokrasisinin lideri olmak için daha az uygun birini düşünemiyorum” diye başlayan Fukuyama, bir siyaset bilimci olarak ise Trump döneminin büyük ilgisini çektiğini belirtiyor: “Bu, Amerikan kurumlarının ne kadar güçlü olduğunun görülmesi için büyüleciyi bir sınav olacak. Amerikalılar, anayasal sistemlerinin meşruiyetine derinden inanıyor. Bu, büyük ölçüde tiranlığa karşı koruma sağlayan denge ve kontrol mekanizmalarından kaynaklanıyor. Ancak bu sisteme hiçbir zaman kurallarının ve normlarının altını oymaya çalışan bir lider tarafından meydan okunmadı. Sonuç olarak, ABD’nin bir hukuk devleti mi, insanların devleti mi olduğunu göreceğimiz büyük bir doğal deneyle karşı karşıyayız.”
Fukuyama, Trump’ın yerleşik değerlere ve kurallara meydan okumasının, iş hayatından gelen bir alışkanlık olduğunu hatırlatıyor. Emlak milyarderi Başkan’ın, iş dünyasındaki tek gayesinin kendi çıkarını maksimize etmek olduğunu ve bu yolda kuralların etrafından dolaşmasıyla bilindiğini belirtiyor: “Örneğin, birlikte çalıştığı müteahhitlere para ödemek için, onları kendisine dava açmaya zorluyordu.” Fukuyama’ya göre Trump, bu alışkanlığını daha başkanlığının ilk günlerinden göstermeye başladı: “Daha şimdiden sayısız gayrıresmi kuralı ihlal etti. Başkanlık adabına uymadı. Açıkça yalanlar söyledi, yerleşik kurumların meşruiytini zedelemeye çalıştı, istihbarat topluluklarını Nazilerle kıyasladı, kazanana kadar seçim sisteminin hileli olduğunu iddia etti.”
Yazısında iktisatçı Daron Acemoğlu’nun derlediği bazı bilgileri kaynak gösteren Fukuyama, Amerikan sisteminin, Trump’ın tiranlaşmasını sağlayabilecek özelliklerini şöyle sıralıyor: “Yasama organı Kongre, Trump’ın partisi tarafından kontrol ediliyor. Yargı, Yüksek Mahkeme’ye ve federal yargı organlarına yapılacak atamalarla dönüştürülebilir. Bürokrasinin icra makamlarına atanacak dört bin kişi, kurumlarını Trump’ın iradesine göre esnetecektir.” Fukuyama’ya göre Trump tehdidi, demokrasinin üç unsuru olan yasama, yürütme ve yargı ile de sınırlı değil. Dördüncü unsur olarak kabul edilen medya da hiçbir başkan tarafından Trump döneminde maruz kaldığı kadar saldırıya uğramadı.
Son kitabında Amerikan sisteminde başkanı sınırlamak için gereğinen fazla denge ve kontrol mekanizması olduğunu savunan Fukuyama, bu durumun yürütmenin elini kolunu bağladığını belirtiyor. Yazara göre Trump gibi bir adamın yükselmesinin temel sebebi de bu. Fukıyama’nın Trump’ı sınırlayabileceğini düşündüğü denge ve kontrol mekanizmaları arasında sivil toplum başı çekerken, yazar Cumhuriyetçi Partili Kongre üyeleri arasındaki ideolojik ayrılıkların da bu işlevi görebileceğini belirtiyor. Rusya lideri Viladimir Putin, Venezuela’nın eski Devlet Başkanı Hugo Chavez ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban gibi isimlerin, siyasi sistemi kendilerinin iktidardan düşmeyeceği şekilde değiştirdiğini belirten Fukuyama, Trump’ın da bu türden değişikllr gerçekleştirmeyi amaçlayacağını belirtiyor, gerçek birliberal demokrasiden ‘seçimli otoriter’ bir sisteme dönülmesi endişesine dikkat çekiyor.