“Hangi millete peygamber gönderdiysek, onu ancak kavminin dili ile gönderdik ki, her şeyi onlara anlatasın”(İbrahim:4) ve “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik.”(Nahl:44) mealindeki ayetler de Hz. Peygamber’e (s.a.v) tebyin görevini yüklemektedir.
Kur’an’ın tefsir ve te’vile ihtiyaç duymasının, onun apaçık bir arapça olarak gelmiş olmasıyla çelişmesi sözkonusu değildir. Açık bir gerçektir ki, kitap yazan her insan, eserini başka açıklamalara ihtiyaç duymaksızın okuyucuları tarafından anlaşılsın diye yazar. Bununla beraber, bu kitapların yine de açıklanmaya ihtiyaçları olur. Bunun üç sebebi vardır:
Birincisi: İfadelerin veciz olmasıyla birlikte, derin mânâların ve güçlü bir ilmin sözkonusu olması. Ki bu husus, müellifin fazilet ve kemâlini gösterir.
İkincisi: Bir konunun ihtiyaç duyduğu ayrıntılı bilgilerin bulunmaması.
Üçüncüsü: İfadelerin değişik mânâlara açık olması. Bunun gibi, Kur’an’ın indiği asırda sahâbîlerin açıkca anladıkları zâhir hükümlerin yanında, bilmedikleri veya farklı anladıkları, yahut Hz. Peygamber (s.a.v)’e sorma ihtiyacını hissettikleri ince bir tefekkür ve tetkik isteyen konular da vardı(İtkan,2/223).
İbn Abbas’a göre, tefsir edilecek konular dört çeşittir:
a. Hiç kimsenin öğrenmemekte mâzur sayılamayacağı konular; Farz, helâl-haram gibi. “Bil ki Allah birdir” (Muhammed:19) ifadesi gibi.
b. Arapça dilini bilen herkesin anlayabileceği hususlar. Bir tek mânâya gelen sözcükleri ihtiva eden ifadeler gibi. “Allah’a hamd olsun” cümlesi gibi.
c. İşin uzmanları olan âlimlerin yapacağı tefsir. Genel anlamda Kur’an âyetlerinin; özellikle değişik anlama gelen ifadelerin tevil ve tefsiri gibi.
d. Allah’tan başka kimsenin bilmesine imkân bulunmayan hususlar. Bir kısım müteşabih âyetler gibi. “Allah Arşa istivâ etti” (Tâ Hâ: 5) cümlesi gibi(Menahil, 2/13).
Sünnet Kur’an’ın Himâyesindedir.
Kur’an-ı-Hakimin pek çok âyetinde, Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetine işaret edilmekte ve ona uyulması emredilmektedir. Şöyle ki;
1. Söyledikleri Vahiydir
“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadışınız (Muhammed), sapmadı ve bâtıla inanmadı; O, arzusuna göre de konuşmaz. O(nun bildirdikleri), vahyedilenden başkası değildir.”(Necm:1-4)
“ Andolsun ki, Peygamber, sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”(Ahzab: 21)
Bu âyette sözkonusu edilen “Örnek olmak” demek, Hz. Peygamber (s.a.v)in söz, fiil ve davranış biçiminden meydana gelen sünnete uymak demektir(Hucciyetu’s-Sünne, 304).
“(Resûlüm! De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(Al-i İmran:31) âyetinde de açıkça Hz. peygamber (s.a.v)in yolu demek olan sünnetine tâbi almamız emredilmektedir.
2. Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat şarttır
“Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik”(Nisa:64) âyetinde bütün peygamberlere itaatin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Hangi mantıkla Peygamberlerin en büyüğü olan Hz. Muhammed (s.a.v), bu hükmün dışında tutulabilir?
İlginçtir, bir çok âyet Hz. Peyğgamber (s.a.v)e açıkça itaat edilmesini emrettiği halde, bazı akl-ı evveller, bu ifadelerin sadece Allah’a itaati gösterdiğini iddia etmektedir. Yani Allah “ Peygamber’e itaat edin” diyor, onlar ise, “hayır bu sadece Allah’a itaati kastetmektedir” diyorlar. Peki, faraza sizce Hz. Peygamber(s.a.v)’e gerçekten itaat emredilseydi, nasıl bir ifade kullanılacaktı? Yoksa “itaat etmeyin” denilseydi, o zaman mı itaat anlışılacaktı! ? Halbuki “Allah ve elçisine itaat edin” şekilnedki ifadelerde, sözkonusu edilen iki itaatin, -atıf harfinden dolayı- birbirinden farklı olması, dil uzmanlarının kabul ettiği ilmî bir kuraldır. Kaldı ki, bazı âyetlerde Hz. Peygamber(s.a.v)e itaat, Allah’a itaat ile birlikte kullanılılırken, diğer bir kısım âyetlerde ise, sadece Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat sözkonusu edilmiştir. Birkaç misal şöyle verilebilir:
“Eğer Ona (Peygambr’e) itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz”(Nur:54) mealindeki âyette, Allah’ın hoşnut olduğu hidayet yolunun, Hz. Peygamber(s.a.v)’e itaatten geçtiği hususu, çok açık bir şekilde ifade edilmektedir.
“Namazı kılın, zekâtı verin, Peygamber’e itaat edin ki, merhamet göresiniz”(Nur:56) mealindeki âyette ise, insanların son derece muhtaç olduğu Allah’ın merahametini çeken câzibe merkezinin, Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat olduğu vurgulanmış ve özellikle bunun altı çizilmiştir.
“Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur”(Nisa:80)mealindeki âyette, Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat, Allah’a itaatla eş tutulmuştur.
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rusûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”(Ahzab:36) mealindeki ayette, Hz. Peygamber(s.a.v)e’ yapılan itaat ve isyan, Allah’a yapılan itaat ve isyanla aynı kefeye konmuştur.
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir konuda ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve elçisine götürün. Böyle davranmanız, daha iyidir ve sonuç itibariyle daha güzeldir”(Nisa:59)Sünnetin Kur’An’dan sonra teşrrin ikinci kaynağı olduğuna işaret edilmiştir.
İslam âlimlerine göre, âyette sözkonusu edilen “aranızda herhangi bir konuda ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve elçisine götürün” şeklindeki emirden maksat, işi Allah’ın kitabı Kur’an ile, hayatta olduğu müddetçe Hz. Peygamber(s.a.v)’in kendisi, vefatından sonra ise, onun sünnetine göre çözmek demektir(HUcciyetu’s-Sünne,298).
İmam Şafiî de bu âyetin yorumunda şunları söylemiştir: Ayette geçen “İtaat” kelimesinin Allah için olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.v) için de ayrıca tekrarlanması, O’nun Kur’an’ın dışında yaptığı emir ve yasaklarına karşı da itaat etmenin gereğine işaret etmek içindir. “sizden olan emir sahiplerine de” ifadesinde görüldüğü üzere, emir sahipleri için ayrıca bir “itaat” kelimesinin kullanılmaması, aksine cümle içerisinde (atıf yoluyla) Allah ve Resûlüne karşı yapılması istenen itaate tâbi kılınarak ifade edilmesi, onlara yapılacak itaatin mutlak olmayıp, Allah’ın kitabı ve elçisinin sünnetine uyma şartına bağlı olduğunu göstermek içindir.(Şafii, er-Risale, 79-80). İbn kayyim de: âyetin seçtiği ifade tarzının, Hz. peygamber (s.a.v)’in bağımsız olarak; Kur’an’ın dışında, kendisinin bizzat vereceği emirlere karşı da itaatin gerekli bulunduğunun bir belgesi olduğunu ifade etmiştir(İ’lamu’l-Muvakkiin, 54)
İbn Hacer, de bu âyetin üslubundaki inceliğe dikkat çekerek şonları söylemiştir: Gerçekte itaat edilenin Allah olduğu halde; sözkonusu âyette,”itaat” fiilinin, Allah ve elçisi için ayrı ayrı kulanılması, emir sahipleri için ise ayrıca kullanılmayıp , atıf yoluyla gösterilmesi, dinî hükümlerin temel kaynağının Kur’an ve sünnet olduğuna işaret etmek içindir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: “ Allah”’ın Kur’an’da sizlere emrettiği hususlarda O’na itaat edin. Hz. Peygamber (s.a.v)’in de gerek Kur’an’ı açıklarken gerekse, kendisi birşeyi size emrederken, mutlaka O’na itaat edin.” Diğer bir ifadeyle: “Tilavetiyle taabud edilen (okunması tek başına ibadet sayılan) vahiy (Kur’an) ile size verdiği emirlerde Allah’a itaat edin. Kur’an olmayan vahiy ile size verdiği emirlerde de Peygamber (s.a.v)’e itaat edin.”(Fethu’l-Bari, 13/91)
3. Hz. Peygamber uyarıcıdır
“Bu Kur’an, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu.”(Eanma:19) mealindeki âyet, Hz. Peygamber (s.a.v)’ in sünnetine işaret etmektedir. Aksi takdirde sonradan gelen ve Kur’an’ı kabul eden nesillere, Onun uyarıları nasıl ulaşılır. Çünkü kendisi Kur’an metninin dışında da uyarılarda bulunacaktır. Nitekim, “Önce en yakın akrabanı uyar”(Şuara:214) mealindeki âyet-i celile indirildiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v), derhal akrabanı toplamış ve onları, Kur’an’ın ifadesi ile değil, kendi ifadesiyle uyarmış ve onlara şöyle seslenmiştir: “Şu vâdinin içinde, size saldırmaya hazırlanmış bir suvâri birliğinin olduğunu söylesem, bana inanır mısınız? Oradakiler hep bir ağızdan ‘Evet, çünkü şimdiye kadar senden doğrudan başkasını görmedik’ dediler. Sonra genelde bütün Kureyş kabilesine, özelde -isim vererek, amcası Abbas’a, halası Safiyye’ye ve kızı Fatıma’ya seselenerek “kendinizi Allah’tan satınalmaya bakın. (Allah’ın izni olmadan) Allah katında sizin için birşey yapamam”(Buhari, Tefsir, 26) diyerek, kimsenin soyuna sopuna güvenmemesini tavsiye etmiştir.