TAHA KERMANİ
Günlerdir gündemi işgal eden Kasım Süleymani ölümü birçok çelişkili tartışmayı da beraberinde getirdi. Kimine göre kahraman, kimine göre savaş suçlusu bu İranlı komutanın ölümü her ülke ve ortamda farklı ve hatta zıt bir şekilde yorumlandı. Suriye krizi başladıktan sonra yüz binlerce canın pahasına Esad’ı koruyan İran ve Kudüs Gücünden bağımsız ve ayrı tutulan Süleymani bir anda tüm bunlardan arındırılarak, Kudüs Gücünün komutanı yerine kurtarıcı ve devrimci sıfatlarla da anıldı. Suriye’de askeri varlığını Harem (Türbe) Koruyucuları adı altında teorize eden İran, Kasım Süleymani’nin ölümünden sonra mağduriyet psikolojisinden yararlanarak aslında Kudüs gücünün kuruluş sebebi olan sınır ötesi operasyonlarını da meşrulaştırmak adına geniş algı operasyonu başlattı. İşte tam da bu yüzden Bağdat’ta öldürülen komutanın cenazesinde İran müthiş bir gövde gösterisi yaptı.
Hangisi İran halkı; Benzin zammını protesto eden mi Süleymani’ye yas tutan mı?
İran, daha bundan birkaç hafta önce benzin zammından sonra meydana gelen sokak eylemleriyle gündemimize gelmişti. Ekonomik sıkıntılar ve hayat pahalılığı motivasyonuyla başlayan itirazlar kısa sürede ülkenin her tarafına yayılmıştı. Devrim Muhafızları’nın da etkin rol aldığı ‘bastırmalarda’ 4 günlük kısa bir süre zarfında yüzlerce insan hayatını kaybetmişti. Yine o dönemde basına yansıyan bilgilere göre gerek Devrim Muhafızlarının gerekse İstihbarat bakanlığının istihbarat raporları benzer gerekçelerle daha büyük itirazların yeniden yaşanabileceğini öngörmüştü. Son sokak hareketleriyle bir önceki Aralık 2017’deki olayların en bariz farklılığı ise halk ile yönetimin arasının daha çok açılması ve rejim karşıtı söylemin yaygınlaşması oldu. Kısa bir dönem sonra yönetimi en üst düzeyde temsil eden Kasım Süleymani gibi bir ismin cenaze törenindeki yüz binlere varan katılım geniş memnuniyetsizlik iddialarını çürütüyor mu? Yoksa son günlerde televizyon programları cinsinden “Kasım Süleymani’nin ölümü İranlıları birleştirdi” yorumlarını mı haklı çıkartıyor? Veya kısa dönem ve sadece son olaylar üzerinden yorumlanamayan bir husus daha mı var?!
Evet; aslında dışarıdan paradoks olarak görünen bu görüntü İran’ın tarihi gerçeğinin bir parçasıdır denilebilir. Şöyle ki Şii mezhepsel ritüellerine bakıldığında tarihsel mağduriyet duygusundan doğan mazlumluk ve suçluluk çelişkisi gündelik hayatın bir parçasıdır. Siyasal Şii sürecine bakıldığı zaman özellikle ötekiye karşı meşruiyet konusunda mağduriyet duygusu üzerinde ciddi anlamda durulduğunu görebiliriz. Nitekim bu süreci zamana ve kitlelere yayan yas törenleri İran’ın siyasal tarihinde de önemli yere sahiptir. Ayrıca Kasım Süleymani özelinden meseleye bakıldığı zaman üst kademede devlet iradesinin iç sorunlar ve sorumluluklardan özellikle uzak tutulması ve böylelikle halkın memnuniyetsizliğinden doğan tepkilerden uzak tutulabilme çabasını da görebiliriz. Fars-Şii milliyetçiliği/mezhepçiliği üzerinden mitleştirilen Süleymani karakteri uzun yıllar sonucu kitleler nezdinde hakimiyet bünyesinden bağımsız görülmeye de yol açmıştır. Ekonomik anlamda zor durumda olan İran halkı her ne kadar sorunlarında yönetimi suçlasa da, bir o kadar Amerika, özellikle Trump hükümetini de sıkıntılarının kaynağı olarak görüyor. Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinden sonra, yönetimin yoğun çabası ve geniş algı operasyonu sonucu ilk bakışta çelişkili görünen tabloyu daha da netleştirir.
Tehditleri sınır ötesinde çözecek olan Kudüs Gücü beka sorununa yol açtı
Tahran, Suriye krizindeki askeri varlığını ilk başından beri bir hayati ihtiyaç gibi halka sunup savunuyor. Sık sık en üst düzeyde de dile getirilen bu gerekçe ülkenin ulusal güvenliği için vazgeçilmez bir ihtiyaç gibi savunuluyor. “Şam, Halep ve İdlip’de savaşmazsak Tahran’da savaşmak zorunda kalabiliriz” söylemini kamuoyu karşısında geniş propaganda araçlarıyla yayan yönetim, dış operasyonların tartışmaya açılmasına asla tahammül göstermiyor. Karşısında ise halk hiçbir zaman bu söylemi benimseyemedi. İran’ın kapalı sisteminde sesini çıkarmaya imkan bulduğu her fırsatta, halk dış politikayı hedef alarak bu söylemin meşruiyetini ciddi sorunlarla karşı karşıya koydu. Katedilen sürece bakıldığı zaman her ne kadar Beşşar Esad yüz binlerce can pahasına yönetimde tutulsa da, Suriye’de ciddi bir kazanım elde edilmiş değil. Ekonomik olarak darboğazda sıkışan İran, dış operasyonların maliyetini gözden geçirdiği zaman pek bir zararlı hale gelmiş gözüküyor. Ayrıca ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesindeki gerekçelere ve müzakere için sunduğu ön şartlara bakıldığı zaman yayılmacı politikaların lokomotifi olan Kudüs Gücü anlaşmazlıkların temel sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle ortaya çıkan krize bakıldığı zaman artık tehditler sınır ötesinde değil, bizzat ülke içerisinde. Cenaze töreni ve muhtemelen ölümünün 40’ıncı gününe kadar uzatılan yas bittikten sonra ülkeyi savaşın bir adımına getiren bu politikalar halk tarafından da sorgulanmaya başlayacak.
Süleymani sonrası girilen dönülmez yol
Tahran için onur meselesi gibi görünen intikam eylemi geniş çaplı ve hatta etkisi uzun sürebilecek bir felakete yol açabilir. Peki İran Süleymani’den sonraki süreci nasıl yönetecek? Kasım Süleymani’nin öldürülmesi zaten gergin olan İran-ABD ilişkilerini öyle bir noktaya getirdi ki belki de sadece 1979’da yaşanan “Rehine Krizi” ile kıyaslanabilir. ABD’nin İran’ın yayımlayıcı politikasını yönetip eyleme geçiren kişiyi hem de en kırılgan zamanında hedef alması aslında tüm o karizmayı da yerle bir etti. Ayrıca son yaşananlardan sonra Washington’u bir türlü tatmin edemeyen Nükleer Anlaşmanın yeniden ihya şansı tamamen ortadan kaldırarak tarihe kavuşturdu. İşte müzakerenin bu kadar tabu hale geldiği/getirildiği ve intikam olarak her türlü askeri karşılığın bitirici sonuçları olduğu zaman Süleymani sonrasının ne kadar zor olduğunun da bir nevi habercisidir. Ömrü uzun sürmeyen Barack Obama döneminde yapılan anlaşma Hamaney tarafından “Kahramanca yumuşama” şeklinde adlandırılıp, devlet prensibini korumak konusunda son derece titiz hareket edilmişti. Fakat gelinen noktaya bakıldığı zaman şimdi her şey açık bir şekilde ve halkın gözü önünde yapılacak çıkmazına gelmiş durumda. Anti-ABD atmosferin had safhaya dayandığı bu günlerde farklı görüşün ifade imkanı bulması pek olası görünmese de ilerleyen süreçte değişmesi olasılıklar içindedir. Adım adım köşeye sıkışan İran’ı özellikle ekonomik anlamda önümüzdeki süreçte zor günler bekliyor. Bu bağlamda sloganların karın doyurmadığını er ya da geç farkına varıp hatırlayan halk, tekrar sokaklara inebilir. Kaybedecek bir şeyleri olmayanların sayısı çoğaldıkça ekonomik sebeplerle başlayan itirazları hızla politikleştirebilir, güvenlik krizlerine yol açıp bir beka sorunu oluşturabilir. Meclis seçimlerine 2 aydan az bir zaman kala İran’da siyasi bir açılım beklentisi, hele ki dış düşman algısı üzerinden egemen olan baskı ortamında epey bir fantazi beklenti gibi duruyor ve geleceği daha da karamsarlaştırıyor.