BÜLENT TANATAR
Bugüne kadar Mustafa Cemiloğlu, ona halkın hürmet duygusuyla verdiği adla Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu hakkında sayısız cepheden ve birçok coğrafyadan bakışla çeşitli kalemlerce çok sayıda biyografi ve eser yazıldı ve kuşkusuz daha da yazılmaya devam edecek. Gerçekten bugün Kırım ve Kırım Türk-Tatarları denilince hemen ve ilk elde akla gelen simalardan (İsmail Gaspıralı, Numan Çelebicihan, Cafer Seydahmet, Cengiz Dağcı, vb.) biri Kırımoğlu. Yiğitçe yaşamı, halkının bekası ve kurtuluşu için girdiği barışçı demokratik mücadeleyle Tarih kitabında (yoksa panteonunda mı demeliydi?) haklı bir yer açtı kendine. Koca Sovyetler Birliği’ne korkusuzca kafa tutup –elinde cüssesiyle tezat teşkil eden yüreğinden başka bir silahı olmaksızın– halkının onuru için şanlı bir direniş bayrağı yükseltti. Ve kazandı. Sovyetler Birliği kendi kanlı enkazı altında boğulup kalırken Kırımoğlu halkının başında, sürgündeyken hayallerinde hep yeniden kurdukları vatanına, Kırım’a döndü. Orada onları zaman içinde daha da yükselen husumetten başka bir şey beklemiyordu gerçi. Öz vatanlarına geri dönen Kırım Türk-Tatarları ev kurmak, iş bulmak, kısaca ayakta kalmak için sürekli otoritelerle, yerel mafyayla, kendilerine karşı kışkırtılmış bölge sakinleriyle kavga etmek, didişmek zorunda kaldılar; bölge sakinleri onların eski ve yeni acılarına karşı en iyi durumda duyarsız, en kötüsünde ise onlara karşı düşmanlık tavırları içindeydi. Çok az kişi ve kesim onlara kucak açtı, onları anlamak veya onlara yardım etmek için kılını kıpırdattı. 1944’te vatanlarından topyekûn sürüldükleri günler kadar yoksunluk içinde olmasalar da, devasa bir açmaz içindeydiler. Onlar için “onlar da insan” diyen bir diyar değildi onca hasretle döndükleri vatan. Burada dişleri tırnakları, kanları, gözyaşları ve alın terleriyle yerleşmeye koyuldular. Kırımoğlu önderliğinde Kurultaylarını toplayıp Millî Meclislerini açtılar. Ufak ufak bölgede kendi yaşam çevrelerini kurmalarını ve siyasette söz sahibi olmalarını sağlayacak adımlar attılar; okullar, camiler, yerel meclisler kurdular, eski millî-dinî yadigârlarını geri almaya çalıştılar. Bu süreç dalgalı, gel-gitli, zahmetli ve yer yer kanlı oldu. Ama birliklerinin bozulmasına izin vermediler. Bölgede her zaman itibar edilen olmasa da, dikkate alınan bir güç haline geldiler. 2014’te bir dış güç düşmanca ülkeyi istila edene kadar. Sonra istilacı gücün yerli hempalarıyla birlikte kurdukları hukuk-dışı kaos rejiminde adam kaçırmalar, öldürmeler, darp etmeler, yaralamalar, hapisler, psikiyatri kliniğine kapatmalar yanında daha kitlesel iç sürgünler, göçler başladı. Bugün Kırım acı acı kanayan bir yara.
GÜNÜMÜZ KIRIM TATARLARININ MÜCADELESİ
Zafer Karatay 1970’li yılların ortalarından beri Türk milletinin dünyadaki seyrüseferini ve özelde Kırım Türk-Tatarlarının çile ve mücadelesini yüreği ve beyniyle izleyen, 1989’da ilk Kırım’a gidişinden bu yana da, daha sonra kendisine onursal Kırımoğlu soyadı layık görülecek olan Mustafa Cemiloğlu’yla yakından ilişki kurarak ona bağlanan bir aktivist, yazar, belgeselci, yönetmen, prodüktör, cemaat erbabı. Son olarak yazdığı, Kırım Tatarlarının sürgünde ve Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra vatanda yürüttükleri var olma ve var kalma mücadelelerini Mustafa A. Kırımoğlu’nu başkarakter alarak anlattığı Kırımoğlu, Bir Halkın Mücadelesi kitabı kendisinin yayıncı ve metin yazarı olduğu, Neşe Sarısoy Karatay’ın yönetmenliğinde çekilen aynı adlı 9 bölümlük TV belgesel dizisinden damıttığı özlü ve yoğun bir metin olmanın ötesinde Kırım Tatarlarının bugün Rusya tarafından yeniden hoyratça işgal edilmiş olan vatanları Kırım için mücadelelerinin tarihini de güncel şekilde işler.
HAFIZASI SİLİNMEYE ÇALIŞILAN BİR HALKIN DRAMI
Kitap tarihsel gelişme anlatısı ile ona denk düşen çoklu tanıklıkların –yakın aile çevresi, aktivistler, bilim insanları, insan hakları savunucuları, sıradan insanların yanı sıra kimi bir zamanların hasımlarının zaman aşırı tanıklıkları– ikili bir sarmal örgü biçiminde dizilmesinden oluşuyor. İçinde sürgün var, hayata tutunma ve var kalma savaşı var, aklanma talebi ve geri dönüş hakkı için mücadele var. Kimliksiz, hafızasız, tarihsiz bir yok-halk yaratma tasarısının kurbanı olan bir halkın dramı bu. Acıya katlanan, ama insanlığından vazgeçmeyen bir halkın. Ayrıca kitapta yer alan, yıllar içinde derlenip biriktirilmiş belge niteliğindeki fotoğraflar içeriğe kan ve can veriyor. Yazar konusunu en iyi işleyebilecek bir noktada bulunuyor: ne çok uzak ne çok yakın. Uzak, çünkü farklı bir coğrafya, farklı bir dil, farklı bir çevreden geliyor, konusu etrafında dönen hadiselerin yakınında değil. Yakın, çünkü düşünsel olarak konusuna gençliğinden beri aşina olup Sovyetler Birliği’yle sınırların gevşeyip duvarların sızıntı verdiği 1989’dan beri ana konusu ve başkarakteri ile halkının can damarına sayısız kez ziyarette bulunup sayısız içeriden bilgi ve belge derleyerek kilit bir yakınlık kurmuş, Kırım Tatar Milli Meclisi’nin Türkiye temsilcisi olacak kadar. Karatay ziyaretlerinde yalnız sosyolog-politolog veya belgeselci olarak mülâkatlarıyla Kırım’ı ve Kırım Türk-Tatarlarını anlamaya çalışmamış, vatan bildiği toprakların taşına, toğrağına dokunup suyundan içerek doğrudan halkın iç yaşamına, satır aralarına girmiş bir gözlemci, deyim yerindeyse bir hemşehri olmuş. Bu eser onun bu uzun yıllar boyunca su verdiği bir ağacın meyvesi. Dolayısıyla, ince elekten geçmiş bir birikimin altın tortusu.
BİZİM GERÇEK KAHRAMANLARIMIZ
Kitabın arka kapağına konulan meşhur Kırım Tatar romancısı Cengiz Dağcı’nın “bizim gerçek kahramanlarımız” diye andığı Kırım Tatar halkının soyut varlığı kitap boyunca süregiden bir leitmotif olarak giderek somutlaşlıyor, Kırımoğlu’nun cisminde ete kemiğe bürünüyor. Konuşma hakkı olmayanlar, ağzına mühür vurulanlar, sözü kesilenler konuşuyor. Halk konuşuyor, hatıra konuşuyor, “Mustafa” –“orada” Kırımoğlu’na halk slogan ve alkışlarla hep böyle seslenir çünkü– ya da “Mustafa aga” –artık ilerleyen yaşına hürmetle bir başka versiyon da böyle– konuşuyor. İnsan hakları savunucuları, muhalifler, aktivistler, sokaktaki insan, hatta bir zamanlar iktidarda olanlar konuşuyor. Kırımoğlu ve bir halkın mücadelesi etrafında farklı yer ve mekânlarda dile gelmiş onca ses ve görüntü ustalıkla bir araya getirilerek gerçek tarihin bilgi notlarıyla sarmaş dolaş dizilerek önünüze gelmiş. Kitabın sayfaları arasında ilerlerken, halkın küllerinden yeniden doğuşu, var olma ve vatana dönüş mücadelesinin bütün evreleri boyunca tanıkların sözleri ve fotoğrafların da yardımıyla adeta gözünüzün önünde canlanıyor. Moskova’ya gönderilen on binlerce imzalı dilekçeler ve özel geliştirilen bir stenoyla tutulan mahkeme tutanaklarından Sibirya ve Kuzey’deki ağır çalışma kamplarına uzanan bir hüzün ve ibret öyküsü bu.
Kırımoğlu, 1976’da o dönemde sıkça başvurduğu bir protesto ve direniş yöntemi olarak yaptığı bir açlık grevinden sonra yayılan öldü söylentisi üzerine gıyabında kılınan cenaze namazlarından beri Türkiye’de tanınan, yakından gözlenen bir tarihsel şahsiyet. Barışçı mücadelesi, en presijlileri arasında BM tarafından verilen Nansen Mülteci ödülü (1998), Polonya Dışişleri Bakanlığı’nın Lech Walesa Dayanışma ödülü (2014) ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyet nişanını (2014) sayabileceğimiz, birçok uluslarası önemdeki ödülle taçlandı. Kendisine yüksek öğrenim şansı tanımayarak hapishaneye gönderen Sovyet rejimine nazire yaparcasına dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerden aldığı sayısız fakri doktora unvanının sayısını herhalde kendi de hatırlamıyordur. Kırım Tatar Milli Meclisi’nin kurucusu ve 2013 yılına dek başkanı ve Kırım Tatar halkının onursal ve fiilî lideri olan, hayatı halkının makûs talihiyle özdeşleşmiş olmakla birlikte yenilgiden galip çıkmayı bilen nadir önderler arasında yer alan Kırımoğlu uzun yıllardır da Ukrayna milletvekili olarak gerek ülke içinde gerekse yurt dışındaki bütün önemli platformlarda Kırım Tatar davasını bütün varlığıyla yılmadan gündeme getiriyor. Onu ve mücadelesini daha yakından tanımak için Karatay’ın bu Kırım davasının en önemli yol işaretlerini içinde barındıran kılavuz kitabı onsuz olmaz bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı tepmeyelim. Okuyalım, okutalım.