Serhat Erkmen yazdı: Türkiye-Suudi ittifakı dengeleri değiştirir mi?

Tarihin en yüksek katılımlı İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’ne damga vuran Türkiye-Suudi Arabistan yakınlığı ne anlama geliyor? İki ülke arasındaki ittifakın güçlendirilmesi bölgede nasıl neticeler doğurur? Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serhat Erkmen kaleme aldı.

[Karar]
SERHAT ERKMEN

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’in İslam İşbirliği Teşkilatı Liderler Zirvesi kapsamında Türkiye’yi ziyareti Suudi Arabistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerde son dönemde artan işbirliğinin yakın gelecekte daha da pekişeceğinin önemli bir işareti olarak görülebilir. Kasım ayından bu yana üst düzey görüşmelerde artan trafik sadece iki ülke arasında yakın ekonomik işbirliği bağlamında değerlendirilmemeli. Ortadoğu’da yaşanan yeni bölgesel güvenlik denklemi anlaşılmadan Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerindeki yakınlaşmanın anlaşılması mümkün görünmüyor.

Kral Selman’ın ziyareti, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin ötesinde bölgede yeşerme ihtimali olan yeni bloğun en önemli adımlarından birisi olarak kayıtlara geçebilir.

Arap Baharı’ndan sonra Ortadoğu’da bilinen dengeler hızla değişti. Çatışmalarda coğrafi kapsam ve içerdiği tehditler bakımından son derece hızlı bir genişleme meydana geldi. Bugün Libya, Yemen, Suriye ve Irak’ta bölgesel ve bölge dışı güçlerin doğrudan-açıktan/dolaylı-örtülü olarak dahil olduğu karmaşık bir çatışmalar dizisi yaşanıyor. Çatışmaların yerel aktörleri farklı karakterlere sahip olabilir. Fakat daha geniş bir perspektiften bakıldığında tüm bu ülkelerde yaşanan çatışmaların ortak özelliği yeni bir bölgesel düzenin ayak seslerini taşımasıdır.

Arap Baharı’nın üzerinden 1 yıl geçtiğinde demokratik taleplerle başlayan halk hareketlerinin ülke dışı güçlerin dahil olduğu vekaleten savaşlara dönüştüğü çoktan belirginleşmişti. Sayılan dört ülkede de sınırların ve rejimlerin değişmesine neden olabilecek; hatta yaşanabilecek parçalanmalar sonucunda yeni devletlerin ortaya çıkabileceği yeni bir bölgesel düzen ortaya çıktığı görülüyor. Bu yeni bölgesel düzenin her bir devlet açısından farklı tehditler ve fırsatlar barındırdığı da ortada. Özellikle Irak, Suriye ve Yemen’de mezhepsel karakteri ağır basan iç savaşlar Ortadoğu’da radikal akımların hiç olmadığı kadar güçlenmesine neden oluyor. 2000’li yılların ortasında yaşanan “Şii Kuşağı” tartışmasının yeniden canlandığı son birkaç yıl içinde bir türlü yanıtlanamayan bir soru bulunuyor: İran’ın başını çektiği bir dizi devlet ve devlet dışı aktörün bir araya gelmesiyle vücut bulan ve dış desteğini Rusya’dan alan blokun karşısına nasıl bir karşı ittifak çıkacaktır?

Aralarında taktik konularda çıkar ve fikir ayrılıkları bulunmasına rağmen göreli iyi işleyen ve ortak davranma kapasitesine sahip olan İran liderliğindeki blokun karşısına onu dengeleyecek bir blokun çıkmasını diğer devletlerin birbirleriyle yaşadıkları derin sorunlar engelledi. Ancak, ABD ile İran arasında varılan mutabakattan sonra yeni Ortadoğu düzeninde yer almak isteyen diğer devletlerin işbirliği yapma ihtiyacı da arttı. Obama yönetiminin İran konusundaki yaklaşımından ve Suriye politikasından memnun olmadığı artık bir sır olmaktan çıkan Suudi Arabistan’ın bu blokun toparlayıcı gücü olmak istediği ise açıktır. Fakat, Suudi Arabistan’ın İran’ın karşısına onu dengeleyecek bir blok çıkarması, göründüğünden çok daha zor bir süreci ortaya koyuyor.

Ortadoğu’da ekonomik kapasite, askeri güç ve siyasal yönlendirme yeteneği bakımından ön plana çıkan devletler arasında en önemlileri Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail’dir. Birkaç yıl öncesine kadar Suriye ve işgalden önce Irak da bu kategorilere dahil edilebilirdi. Ancak gelinen noktada bu iki ülkede birer savaş alanı haline geldi ve kendi başkentlerini ya da önemli şehirlerini koruma noktasında bile ciddi sorunlar yaşıyorlar. Üstelik rejim ve sınır değişikliği yaşanma ihtimalinin en güçlü olduğu yerler yine bu devletlerdir. İran’ın son 30 yılda yavaş, sabırlı ancak derin bir biçimde ördüğü devlet dışı aktörlerle ilişkileri bugün onun manevra alanını genişletmesinin en önemli varlıkları haline geldi. Buna karşılık, İsrail kendisine konvansiyonel tehdit üretebilecek aktörlerin tamamının iç karışıklıklar ya da birbirleriyle giriştikleri mücadele yüzünden zafiyete sürüklenmesi nedeniyle gayet avantajlı bir durumda. Bu nedenle herhangi bir bloklaşmanın üyesi olma ihtiyacı taşımıyor.

Bu nedenle geriye İran liderliğindeki bloğu dengeleyebilecek üç ülke kalıyor: Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan. Suudi Arabistan için en önemli stratejik sorun İran’ın etki sahasını daraltmak ve böylece kendisini de güvence altına almak. İran’ın Irak, Suriye ve Yemen’deki kazanımlarını sadece bu ülkelerin iç siyasi dinamikleri çerçevesinde görmüyor. Aksine, İran’ın yükselişini durduramaması halinde kendi etki sahası olarak gördüğü Basra Körfezi ülkeleri ve hatta kendi ülkesi içinde dahi büyük tehditlerle karşı karşıya kalacağına inanıyor. Bu nedenle İran karşısındaki cepheyi mümkün olduğunca geniş tutmak niyetinde. Bu cepheye katılmakta ikna ederken güçlük çekmeyeceği Ürdün ve Körfez ülkeleri onun için can simidi rolünde. Fakat gerçekten İran’ı dengelemenin yolunun bölgenin en ciddi askeri kapasitesine sahip olan Türkiye ve Mısır olduğunun farkında. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın açmazı Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin tarihin en kötü dönemini yaşaması.

Suriye konusunda Suudi Arabistan ile yakınlaşan pozisyonların askeri ve siyasi olarak genişleme olasılığı her geçen gün artıyor.

İki ülke ilişkilerinin Muhammed Mursi’nin devrilmesinden sonra nasıl bir seyir izlediği ortada. Mısır’da rejim yaşamsal tehdit olarak algıladığı Müslüman Kardeşler’in arkasında Türkiye’nin olduğunu düşünüyor. Bu düşüncesini de her fırsatta vurguluyor. Fakat baskıcı yöntemlerle güç de olsa otoriteyi yeniden tesis eden Mısır’ın temel meselesi ekonomik sorunlar. Bu süreçte şu anda arkasındaki yegane destekçisi ise Suudi Arabistan. Riyad’dan gelen yardımlar olmaksızın Kahire’nin ne kadar ayakta kalabileceği kestirilemiyor. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın bu hayati destek karşısındaki taleplerini geri çevirebilmesi ihtimali düşük görünüyor. Türkiye’nin tavrı ise daha önemli ve çetrefilli dengelere dayanıyor. Türkiye her ne kadar İran’ın söz konusu ülkelerde izlediği politikadan rahatsızlığını açıkça dile getirse de İran karşıtı bir ittifakın açıktan üyesi olma yolunu seçmiş gibi görünmüyor. Fakat özellikle Suriye konusunda Suudi Arabistan ile yakınlaşan pozisyonların askeri ve siyasi olarak genişleme olasılığı her geçen gün artıyor. Ayrıca Mısır ve Türkiye birbirlerine göz kırpmaya başlasalar da henüz ilişkilerin iyileşmesi için somut bir adım görünmüyor.

Kral Selman’ın ziyareti, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin ötesinde bölgede yeşerme ihtimali olan yeni bir bloğun en önemli adımlarından birisi olarak kayıtlara geçebilir. Ancak henüz sonuçlanmış bir süreç yok. Kahire ile Ankara arasındaki sorunlar aşılmaz değil, fakat bir günde düzelmesi de beklenmemeli. Ancak görünen o ki; bu üçlünün bir araya gelmesi halinde ortaya çıkacak olan işbirliği siyasi ya da ekonomik olmanın ötesinde askeri ve stratejik bir öz taşıyor. “İslam Ordusu” kavramı bugün için içi tam olarak doldurulabilmiş bir kavram değil. Fakat yakın gelecekte Ortadoğu’da yeni bir güvenlik işbirliği ya da ittifak ilişkisinin en önemli aracı olabilecek bir birlikteliğin emekleme evresi olarak kabul edilebilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Görüşler Haberleri