KARAR RÖPORTAJ / ERKUT TEZERDİ
Sinema tutkusu henüz 10 yaşlarındayken başladı. Tutkusunun peşinde gitti, bugün Türkiye’nin en önemli sinema eleştirmeni unvanının sahibi. Atilla Dorsay, yarım asrı aşan kariyerinde yüzlerce yerli ve yabancı film izledi, yine yüzlerce eleştiri yazısı kaleme aldı. Fransız nişanı Légion d’honneur dahil pek çok ödül kazanan Dorsay, Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) de Onursal Başkanı. Bugüne kadar 50 kitabı yayımlanan Dorsay’ın 51’inci çalışması ise ‘50 Unutulmaz Film’. Remzi Kitabevi’nden çıkan kitabında 54 klasik filmi anlatan Dorsay’la ‘Recep İvedik’ten ‘kara film’lere, eleştirmenlikten Türk sinemasının geldiği yere kadar konuştuk.
Kitabınızda 54 filmi anlatıyorsunuz. Bunların 7’si 30’lu, 16’sı 40’lı, 21’i 50’li, 6’sı 60’lı, 3’ü 70’li ve biri 80’li yıllara ait. Dağılımı neye göre yaptınız?
Seçimi çok net kriterlere göre yapmadım. Sinema tarihinde daha üzerine yazmayı istediğim o kadar çok film var ki, bunu sürdürüp onlara da erişmeyi amaçlıyorum. Ama birkaç kriter belirledim. Bunlardan biri yıllardır bulunamayan ve görülemeyen kimi filmlerin sonunda DVD’sinin çıkarılması oldu. Bu durumları o yazılarda belirttim. Kimi zaman ise çeşitli olaylar, fırsatlar, anmalar... Örneğin Joan Fontaine, Luise Rainer, Michele Morgan, Robin Williams, David Bowie gibi sanatçıların ya da ünlü belgeci Haskell Wexler’in ölümleri nedeniyle onları birer filmleriyle anmak istedim. Grace Kelly’nin yaşamı filme alındı, onun bir filmi ‘Cinayet Var’ı yazdım. Ortadoğu karıştı, ben David Lean’ın yine çok karışık bir çağı anlatan ‘Arabistanlı Lawrence’ filmine eğildim. Ama genelde ben zaten 60’ların sonlarından itibaren bize gelen hemen tüm filmleri yazdığım için, daha çok bunun öncesi var. Ayrıca da sinemanın çok önemli bulduğum 40’lı ve 50’li yılları başı çekiyor.
‘Kara film’ler sizi neden çok fazla cezbediyor?
Polisiye romanları zaten çok okumuşumdur. Ayrıca bu türde yoğun bir şiirsellik ve dinmeyen bir hüzün duygusu vardır.
Peki, siz hangi ülkenin sinemasını seviyorsunuz?
Kim ne derse desin, başa Hollywood’u koyarım. Yıllar boyu rüyalarımıza en iyi yanıt veren, her ülkeden gelen sayısız yeteneğe şans vermiş müthiş bir sanayi ve sinema Mekke’sidir orası... Ama Fransız ve İtalyan sinemalarını da çok severim. İngiliz sineması da o ünlü ‘İngiliz kalitesi’ni korumuştur. Ayrıca daha yakın dönemlerde Uzakdoğu (özellikle Japon), İran ve Hint sinemaları da ilginçleşti.
Var mı son dönemde Türk sinemasında iyi senaryolar, yönetmenler, oyuncular?
Öncelikle senaryo büyük önem kazandı. Eskisi gibi değil, kahve köşelerinde yazılmıyor, ciddi bir üretim alanı oldu. Ayrıca dünya çapında yarım düzineyi aşkın yönetmene sahibiz artık: Yavuz Turgul, Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem, Nuri Bilge, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim, Çağan Irmak ya da Yılmaz Erdoğan. Hepsini seviyorum.
‘GÖRECEKSİN SENİ ÖLDÜRECEĞİM’
En ağır eleştiri yaptınız film hangisi ve sonucu ne oldu? Bu zamana dek tehditler aldınız mı?
Hakaretlere uğradığım, hatta tehditler aldığım oldu. En ağırı, telefonda beni tehdit eden ve ‘Göreceksin, seni öldüreceğim’ diyen Şerif Gören olmuştu! Korkumdan sokaklara çıkamadım, eve kapandım! Ama herhalde vazgeçti ya da eli varmadı ki hala hayattayım!
RECEP İVEDİK BİR TÜR TOPLUMSAL TERAPİ
Recep İvedik filmleri sizce neden bu kadar çok izleniyor?
Halka iniyor, her kesimle kaynaşıyor. Geniş kitlelere her ülkede, her dönemde, hele günümüzde en büyük ihtiyaçları olan gülme olanağını sunuyor. Böylece bir tür toplumsal terapi imkanı yaratıyor. Kaba da olsa o usta bir komedi yaratıcısı. Hiç küçük görmeyelim.