İNCİ DÖNDAŞ / İSTANBUL
Ressam Bünyamin Kara sanata ilgi duyan herkese hitap etmek için kaleme aldığı ‘Radika ve Mona Lisa’da öyle ilginç bilgiler veriyor ki... Yeniden basılan deneme türündeki kitapta Leonardo da Vinci’nin ‘Mona Lisa’ tablosunda anıtsal bir başarıyı temsil eden ellere dikkat edilmesini tavsiye ediyor çünkü el yapmanın yüzden daha zor olduğunu söylüyor. Sanat akımlarını bir çitlembik resmetmek üzerinden açıklayan Kara, soyut resmin karmaşık durum ve anlamsızlıklara nasıl açıklama getirdiğini bile anlatıyor. Kara ile bu kapsamlı kitabını, Türkiye’de sanat ve sanatçıya bakış açısını konuştuk...
* ‘Radika ve Mona Lisa’ gibi sanatın ve hayatın her alanından bahseden bir kitabı neden yazma ihtiyacı hissettiniz?
İki sebepten dolayı kendimi böyle bir şeye zorunlu hissettim. Birincisi kitabımla sadece meslek olarak sanatla ilgilenen bir elite değil, sanata ilgi duyan herkese hitap etmek istedim. Ben akademisyen değilim, sanatçıyım. Kitabı masa başında değil sahada yazdım desem daha doğru olur. Sanat adına öğrenci, galerici, yayıncı ve bürokratlarla sürekli temas halindeyim. Sonunda şu kanaate vardım: Sanatı yalnız sanatçıların anlaması yetmiyor, herkesin anlaması lazım. İkincisi özel insanı konu alan sanat, bu özel insanın hayatından yola çıkarak hayatın her alanını kapsıyordu.
* Kitabınızda Yusufçuk Dayı’dan Eski kıta ile Afrika ve Amerika’da dağların uzanış şekline, ışığa duyarlı yulafa pek çok konuya değinip hepsini sanata bağlıyorsunuz. Neden bu kadar katmanlı bir anlatıma ihtiyaç duydunuz?
Bunu sanatın kuşatıcılığıyla ilgili buluyorum. Yusufçuk Dayı da dahil çevremdeki insanların büyük çoğunluğu sanatı hali vakti yerinde insanların aylaklığı, bir boş vakit geçirme aracı, bir süs unsuru olarak görüyordu. Oysa bu bakış açısını değiştirmeden sanatın gerçek işlevini yerine getirmesi çok zor. Kitap bu dar bakış açısını genişletmeyi hedefliyor. Hayat çok katmanlı, onun estetik bir yansıması olarak sanat da çok katmanlı. Bu bağlamda ben de çok katmanlı bir anlatım biçimi geliştirmek zorundaydım. Ancak yanlış bir anlaşılmaya meydan vermemek için şunu da açıklamak gerek: Bu çok katmanlılık kitaba zor okunulan değil, bilakis oldukça kolay ve keyifle okunulan bir katkı sağlıyor.
* Sizce sanatın asıl işlevi nedir? Tarih boyunca neredeydi, şimdi ne durumda?
Resim ve sanat hep hayatın merkezinde bir yerde oldu. Rönesans’la birlikte sanat bilimi de yanına alarak daha özel ve yüksek bir statüye kavuştu. Sanat binlerce yıldır din ve bilimle birlikte insanlığın hayatını etkileyen üç disiplinden biri olarak günümüze kadar öneminden bir şey kaybetmeden süre gelmiştir. Bugün sanatın etki gücü ve itibarı tarihte hiç olmadığı kadar geniş bir alanı kapsıyor. Sanat adına çok büyük fırsatlar ve imkânlar mevcut. Bununla birlikte bugün daha çok veya daha kalıcı kalitede sanat eseri üretilebiliyor mu? Buna maalesef evet diyemiyoruz. Sanat bana göre sanatçının içsel bir zorunluluktan ürettiği ve bir form içinde esere dönüştürdüğü iletisini alımlayıcıya ulaştırmasıdır. Sanata içsel zorunluluk dışında bir işlev yüklemeyi pek doğru bulmuyorum. Sanat etki gücünün cazibesiyle doğal olarak siyasallaşmıştır da. Onu şu ya da bu işlev için icra ettiğiniz zaman zaten içsel zorunluluk ilkesi ortadan kalkar. Bu ilke olmadığı zaman da kalıcılık vasfını büyük ölçüde yitirir eser.
* Biz gerçekten sanatı ve sanatçıyı anlayan bir toplum muyuz?
Sanatı anlamak konusunda aldıkları eğitim sonucunda Batı toplumları biraz daha duyarlı olmakla birlikte bütün toplumlar benzer tepkiler veriyor. Bizde sanat batılılaşma sürecinde devlet eliyle desteklenerek, toplumu dönüştürme aracı olarak kullanılmış. Bu da toplumun sanata karşı daha mesafeli durması sonucunu getirmiş. Yani toplum kendisine dayatılan sanatı benimsememiş. Sanatın dayatılması ya da dayatılan bir şeyin sanat olabilmesi mümkün mü? Son yıllarda refah düzeyinin ve toplumsal bilincin artması sonucunda bir karşı tepki de yok değil. Ancak bu kültürden yoksun, tepkisel ve derinliksiz bir davranış. İşte bizim gerçek sanatımız bu diyerek insanlar geleneksel sanatlara tutunmak istiyor. Biraz zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Yani sanatçılar içinden çıktıkları topluma tercüman olduklarında, toplum da kendi içinden çıkan sanatçıyı anladığında elbette sanat daha anlaşılır ve benimsenmiş bir noktaya gelecek.
* Ülkemizde sanatçının anlaşılmaması konusunda neler söylersiniz?
Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet ile birlikte ivme kazanan Batılılaşma sürecinde, sanatın önemli bir rolü olmuş. Avrupa’da sanat eğitimi alan öncü sanatçılar, ülkelerine geri döndüklerinde bu topraklarla estetik bir bağ kuramamış. Yani sorun aslında sanatçının anlaşılmaması şeklinde değil, sanatçının kendi kültürel çevresini anlamaması şeklinde gelişmiş dersek daha doğru olur. Toplum ve sanatçı arasındaki karşılıklı kopuş sürecinin hala devam ettiği düşüncesindeyim. Bu kopuş sürecini sona erdirmek için sanatçılar ve toplum karşılıklı olarak çaba harcamak zorunda.
* Kitabınızda “İyi bir sanat eseri daima iyi bir insan olan sanatçının başka bir insan için yaptığı içten eylemin bir sonucunda ortaya çıkar” diyorsunuz. Gerek teknolojik yenilikler gerekse insan ilişkilerinin değiştiği günümüzde bu sözünüz ne kadar geçerli?
Sanatın çok eskilere dayanan bir tarihi var, bu süreçte sanatın misyonu hiç değişmemiştir. Bundan sonra da değişeceğini sanmıyorum. Teknolojik gelişmeler ve yeni insan profili de kendi ifade dilini var edecektir elbette. Bunun öncüllerini bienallerde, çağdaş sanat fuarlarında görebiliyoruz. Sanat her çağda zamanın ruhu değimiz şeyi yansıtmayı bilmiştir. Yansıtmaktan da öte bunun öncülüğünü yapmıştır. İnsanlık var olduğu sürece din, bilim ve sanat da var olacaktır. Gelecek zamanların imkanları elbette farklı olacaktır ama ‘iyi insan ve iyi sanat eseri’ içreği farklı formlarda var olmaya devam edecektir.
BARIŞ MANÇO’NUN MÜZİKTE YAPTIĞINI YAPMAK GEREKİYOR
* Günümüzde ülkemiz insanlarının sanata bakışında ne tür sorunlar görüyorsunuz? Bu sorunlar bir sanatçının üretimini nasıl etkiliyor?
Ülkemizde sanata Batı sanatı ve geleneksel sanatlar perspektifi olmak üzere birbirinden çok farklı iki ayrı bakış açısıyla yaklaşılıyor. Doğrusu bu iki bakış da ideolojik bir yaklaşımla sanattan bir fayda devşirmeyi amaçlıyor. Sanatta birbirimizi anlamazsak başka hiçbir alanda iletişim kuramayız. Sanatsal üretimlerdeki bu karşılıklı duyarsızlık toplumsal dokumuzda telafisi çok zor tahribatlar yaparak sürmektedir. Oysa gerçek bir sanatçı Batı sanatını da geleneksel sanatı da reddetmeden güçlü bir sentezle tüm toplumu kucaklayan eserler üretebilir. Bu elbette çok zor ve çok çalışmayı gerektirir. En azından hem Batı sanatını, hem de geleneksel sanatımızı bilmeyi gerektirmektedir. Biraz amiyane bulabilirsiniz ama Barış Manço’nun müzikte yaptığını resimde, sinemada, mimaride ve diğer sahalarda yapabilmek gerekiyor.
GELECEĞİMİZ SANAT AÇISINDAN KARANLIK
* Sizce gelecekte sanatın nerelere evrildiğini göreceğiz?
Bence sanat yüzyıllardır süren bir çabadan sonra elde ettiği insanın kendini ifade içeriğini bireyselleşerek korumaya devam edecek. Bununla birlikte bu içeriği taşıyacak yeni form ve malzemeleri de yine kendisi geliştirecek. Dijital teknolojilerin gelişimi video ve fotoğraf sanatına yeni imkânlar sunmakta. Bu bağlamda Yeni Zelandalı Daniel Crooks’un çalışmalarını son derece önemli buluyorum. Bu aynı zamanda küreselleşen dünyada sanatın ve yaratıcılığın merkezinin de göstergesi gibi geliyor bana. Resim ve mimari minimalist alanda derinleşebilirler. Sinema için de elbette çok önemli fırsatlar doğacaktır. Fakat asıl soru şu: Biz geleceğin dünyasında nasıl bir sanat üretimiyle yer alacağız? Tamamıyla ümitsiz değilim ama bu taraf bana daha karanlık görünüyor.
* Kaderin bağlayıcılığına güçlü vurgu
Bünyamin Kara, ‘Kader güçlüdür’ adlı tablosu için şunları söylüyor: “Soyut bir resmi tek bir yoruma indirgemek onun sanatsal derinliğine kısıtlamakla getirmekle eş anlamlıdır. Bununla birlikte bu resmin isminden yola çıkarak, kompozisyondaki dairelerin resmin solunda yer alan sıfır noktasındaki merkezle olan sıkı ilişkisi, uzay zaman içinde kaderin bağlayıcılığına güçlü bir vurgu yapmaktadır.”